sabır hakkında bilinmesi gerekenler- bölüm 4: özeti
Bölüm 4Sabır bir arınma yöntemi ise, o zaman kefaret ilmi ile aynısı olduğunu varsayabilirmiyiz? Varsayabilirsiniz. Kefaret ilmi 4 adımlık, sabır ilmi ise 5 adımlık bir uygulama. Kefaret ilminde kefaret olarak fakirleri doyurmak ve/ veya oruç tutuyorsunuz, sabır ilminde ise Allah adına malınızdan harcıyorsunuz. Bu yazı vesilesiyle kefaret ilmin 4 basamağınıda sizlere aktarmış olalım; 1) Söz ve davranışta dürüstlük. 2) Allahın kurallarına gönülden itaat etmek. 3) Kefaret niyetine fakirleri doyurmak ve/ veya oruç tutmak. 4) Tövbe etmek, bağışlanma dilemek. Bunun içinde en güzel vakit seher vakti.
Karşımızda iki ilim var, ikiside bizleri sıkıtılarımızdan kurtarmayı hedefliyor, birisinde Allah adına malınla harcama yap, diğerinde ise fakirleri doyur ve/ veya oruç tut deniliyor, fark ne? Sabır ilmini uyguladığınızda gökten size bir yardımcı iniyor, kefaret ilminde böyle birşey yok, birinci fark bu. 2) Kefaret ilmi her an uygulayabileceğimiz bir uygulama, sabır ilminin açığa çıkabilmesi için kalbinizde Allah bağı olmak zorunda, o yoksa o ilimden faydalanamıyorsunuz. 3) Kefaret ilminde kapatılacak borcu siz belirliyor, süreci siz yönetiyorsunuz, sabır ilminde ise süreci Allaha havale ediyorsunuz. Ne zaman nasıl huzura kavuşalacak, sonuçlar ne olacak tümüyle Allaha havale ediyorsunuz. O yüzden bu ilmin olmazsa olmaz kuralı Allaha teslimiyat. O teslimiyatıda siz bu ilmin her aşamasında görüyorsunuz. 4) Kefaret ilmi daha çok beşeri bir uygulama, daha çok kişinin bu hayatta düzgün birisi olup olmadığına bakıyor, namaz kılıyor kılmıyormu buna değil. Sabır ilmi ise enerjisini cennetten alır, dolayısıyla düzgün bir hayatı şart koşmanın yanında fiziki ibadetleride şart koşar. 5) Kefaret ilmi bu hayatı merkezine alır, sabır ilmi ise ahiret hayatını.
6) Kefaret ilmi üzerinizdeki yükü kaldırır, size manevi bir kazanç getirmez, sabır ilmi ise manevi mertebenizi yükseltir. 7) Kefaret ilmi fakirleri doyurma ve oruç gibi madde aleminin içindeki ibadetlerle gerçekleşir, sonuçlarıda madde aleminde alınır. Sabır ilminde ise ibadetler manevi alemde başlar (kalpte), dolayısıyla karşılığı madde alemini aşacak şekilde olur, hz Eyyüp'te olduğu gibi. 8) Kefaret ilmi borçlara odaklanır, sabır ilmi ise huzura. Örneğin; kefaret ilminde borçları ödemeniz sizi artıya çıkarmaz, çünkü sırada kapanması gereken daha nice borç var, sabır ilmi ise biraz daha uzun sürer, ama sonunda sizi arzu ettiğiniz o huzura kavuşturur. İki ilimde gücünü Allahtan alır, ikiside manevi arınmayı şart koşar, birisi daha çok yeryüzü merkezli, diğeri ise ahiret merkezli.
Allah adına malımızdan harcadığımızda malımıza Allahı ortakmı etmiş oluyoruz? Aynen, Allahu Teala'yı malınıza ortak etmiş oluyorsunuz. Allah mülkünde kimseyi ortak kılmaz, ortaklık kelimesi doğrumu hocam diye soruyorsanız; evlat olsun mal olsun Rabbimiz bunları bizim hizmetimize sunmuş, sorumluluğu benimsememiz içinde bir özerklik tanımış, örneğin halifelik makamı, mal sizin ama, kötüye kullanırsanız hesabınıda sorarım demiş. Rabbimizden geldiğini ve bir gün bundan hesaba çekileceğimizi unutmama şartıyla benimsenizde bir bahis yok. "Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez" (İsra Süresi; 64). Örneğin; Rabbimiz şeytanların malımıza ortak olabileceğini söylüyorsa, demek mal ve evlat üzerinde bizlere özerklik tanınmış. Bu özerkliğide bi' nevi geri çevirirseniz, sabır ilminde olduğu gibi, Rabbim mal sana ait, ben olsa olsa o malının bir çobanı olurum, derseniz, o zaman o malınız hiç bitermi, o malınıza hiç zarar konarmı, hiç iflas edermi; elbette bunların hiç biri olmaz. Bu konumada kimler ulaşabiliyor; çok azımız. O yüzden sabır ilmi biraz daha çok VİP meselesi. Herkese nasip olmayan bir ilim. Sabredenlerin doğrudan cennete girmesinden de bu insanların ne kadar ayrıcalıklı olduğunu siz çıkarın.
Bu ilmi sergileyenlere Rabbimiz ayrı bir muamele gösteriyor, örneğin bunlara yapılanı kendisine yapılmış sayıyor, kendi hizmetinde olan melekleri bunlarında hizmetine sunuyor. Sabır kelimesi anıldığında yaşadığınız sıkıntıya değil, o sıkıntının size kazandırdığı Allahla ortaklığa odaklanın ve süreci hüzün içinde değil, mutluluk içinde geçirin. Birileri hayatlarına şeytanları ortak kılıyor, siz onlardan olmayın, siz hayatına Allahı ortak kılanlardan olun.
Geçmiş çağlara sabır, günümüz çağına ise hem sabır hem kefaret ilmi inmiş oluyor o zaman, öylemi? Aynen. Allahu Teala ilimleri çağların ihtiyacına göre indirir. Günümüz insanı geçmişe kıyasla daha büyük bir yük altında, dolayısıyla günümüz insanına daha güçlü çözüm yolları sunulması gerekiyor. İlimler aynı zamanda insanların gelişimi ve olgunlaşmasına göre indirilir, geçmiş insanlar ilim açısından günümüze kıyasla daha ilkel olduğu için onlara sabır gibi daha ilkel yöntemler sunulması gerekiyordu ve yetiyorduda.
Ne zamana kadar bu sabrı göstereceğiz? Sabır nedir diye soruyorsanız, sabır, Allaha güvenmektir. Gökten o enerjinin sizin üzerinize inmesini sağlayan o güven. Ne kadar sabretmemiz gerekiyor dediğiniz zamanda, aslında ne kadar Allaha güvenmemiz gerekiyor demiş oluyorsunuz. Bunun cevabınıda Rabbimiz veriyor, hakkınızda hüküm verilinceye kadar diyor. "Rabbin hükmünü verinceye kadar sabret. Onlardan hiçbir günahkâra ve nankör kâfire itaat etme" (İnsan Süresi; 24). "Sana vahyedilene uy! Allah hükmünü verinceye kadar da sabret! Çünkü O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır" (Yunus Süresi; 109). "Rasûlüm! Rabbinin hükmü yerine gelene kadar sabret. Çünkü sen bizim himâyemizde, gözetimimiz altındasın. Her kalktığında Rabbini överek tesbih et!" (Tur Süresi; 48).
Ne zaman bu hükmü verecek Rabbimiz; bu size bağlı, hakkıyla sabır gösteriyormusunuz ve sabrı diğer ibadetlerle destekliyormusunuz. "Onlar, Rablerinin rızâsını kazanmak için her türlü sıkıntıya sabreder, namazı dosdoğru kılar, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizlice ve açıktan Allah yolunda harcar, kötülüğü iyilik yaparak kendilerinden uzaklaştırırlar. Dünyanın sonunda güzel bir hayat işte böyle kimseleri beklemektedir" (Rad Süresi; 22). "Sonra şu da kesin bir gerçek ki, elbette senin Rabbin, mihnet ve işkencelerle, zulüm ve baskılarla sınandıktan sonra hicret eden, ardından Allah yolunda cihâd eden, çalışıp didinen ve sabredenlerin yardımcısıdır. Doğrusu Rabbin, onların bütün bu güzel davranışlarına karşılık olarak gerçekten çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir" (Nahl Süresi; 110). Allahu Teala size söz veriyor, sabrederseniz yani bana güvenirseniz ben yardımınıza geleceğim diyor, bu durumda sizin yapmanız gereken Allaha güvenmek.
Hangi ibadetlerle sabrı desteklemeliyiz? Sabır dediğimiz şey kalpten Allaha teslim olmak. Hangi ibadetler sabrı desteklememiz gerekiyor derken, aslında kalbimizde beslediğimiz o teslimiyatı hangi ibadetlerle desteklememiz gerekiyor demiş oluyorsunuz, bunun cevabınıda Ayetler veriyor; söz ve davranışta samimi olmak, Allahın emirlerine itaat etmek, kötülüğü iyilikle savuşturmak, namaz kılmak, malımızdan Allah yolunda harcamak, sonrası da bol bağışlanma dilemek. "Onlar ki, yanlarında Allah anıldığı zaman kalpleri derin bir saygıyla ürperir, başlarına gelen musibetlere sabreder, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bir kısmını Allah yolunda harcarlar" (Hac Süresi; 35). Allahu Teala sabırdan bahsederken kalpteki bir inançtan (Allaha teslimiyat) bahsediyor, bu inancımızıda ibadetlerle desteklememizi istiyor. Sabır dediğimiz şey kalpte çıkan bir enerji, bu enerjinin gücü ve sürekliliğide ibadetlerinizdeki devamlılığa ve samimiyete bağlı. Örneğin; eğer sabrınızda zayıflık görüyorsanız, demek ki kalbinizde ve ibadetlerinizde zayıflık var. Bu durumda Allaha olan inancınızı ve ibadetlerinizi artırırsanız, inşallah sabrınızında arttığını görürsünüz.
Birisinin sabır gösterip göstermediğini nasıl anlarsınız? Hastalıklardan anlarsınız. Sıkıntılı bir süreç kişi için negatif sonuçlanıyorsa, örneğin hastalıkla veya yaşlılığını hastalıklarla geçiriyorsa, bilinki hayatını sabrederek geçirmedi. Birisinin sabredip sabretmediğini başka nereden anlarsınız, tabiiki sıkıntılarının kalkıp kalmadığından. Allahu Teala sabredenlerin yardımına koşacağını söylüyor, birisinin yardımınada kimse gelmediyse, sıkıntılı süreci hayrla sonuçlanmadıysa bilinki sabretmedi. Bazılarınız ben çok sabrettim diyor ya, bu kişilerin doğruyu söyleyip söylemediklerini hayatlarına bakarak anlayabilirsiniz, eğer düzlüğe çıktılarsa, huzurlu bir yaşantı içindeyseler doğru söylüyorlar, değilse yalan. Bu durumda bu insanlar yaşadıklarına sabretmedi, yaşadıklarına sadece tahammül gösterdi. Sabır ile tahammül arasındaki fark? Birisi süreci pozitif duygular içinde geçiriyor, diğeri negatif.
Sabır ilmi illa hayrlamı sonuçlanmak zorunda? Değil, bazen Rabbimiz mükafatı ahiret hayatınada saklayabilir, fakat Rabbimiz birşeyi yapmaz, bu hayatta kişiye daha fazla sıkıntı yaşatmaz. O yüzden, birileri bir ömür sıkıntı yaşıyor, yaşlılıklarında da halen hastalıklarla boğuşuyorsa, bilinki bu insanların üzerindeki yükler henüz kapanmadı. Kapanmamasıda bunların hakkıyla sabretmediklerini bize gösteriyor. Sabır ne yapıyor demiştik; üzerimizdeki yükü kaldırıyor demiştik. Bu insanlarda yaşlılık hallerinde halen yüklerle boğuşuyorsa, bilinki bunlar hayatlarında sabrı enerjisini hakkıyla açığa çıkarmadı.
Kefaret ilmine sahip olsaydık, o zaman sabıra gerek kalırmıydı? Kalmazdı. Sorunu siz halleder, sorunun çözümünü Allaha havale etmezdiniz. Bilen ile bilmeyen hiç bir olurmu; olmaz. Bilen kişi kendi sorununu kendisi halleder, bilmeyen ise bilene havale eder, bu durumda Allahu Teala'ya. Örneğin; gaybın bilgisine sahip olan kişi (ledün ilmi), başına birşey geldiğinde neden başına geldiğini ve nasıl o musibeti başından defedeceğini bilir, sabır olarak adlandırdığımız tedavi uygulamasına ihtiyaç duymadan kendisi o sorunu hallederdi. Sıkıntısının ne zaman kalkacağını bilmesede, örneğin kaç ay kefaret gerekli, olayların perde arkasını (gayp) okuyabilmesi yeterli olurdu. O okuma doğrultusunda her ay kefaretini yapar, 3 ay veya 3 yıl, ne kadar sürecekse farketmez buna aralıksız devam eder, eninde sonunda kefaretle o sıkıntısının çözüleceğini bilirdi. Bir sıkıntının çözümünü bildiğiniz anda o sıkıntı imtihan olmaktan çıkıyor.
Bunun en güzel örneği hz Musa ile hz Hızır'ın yolculuğu. Hz Musa olayların iç yüzünü anlamadığı için sürece sabredemedi, sürekli araya girdi ve itirazlarda bulundu; "Hem içyüzünü tam olarak kavrayamadığın ve zâhiren yanlış gibi görünen şeylere nasıl sabredebilirsin ki?!” (Kehf Süresi; 68). Olayların iç yüzünü anlarsanız, sabır diye birşey kalmıyor. Bizim sizlere kaderi öğretmeye çalışmamızın nedenide bu; yaşadıklarınızı neden yaşıyorsunuz bunu anlar, bunu değiştirmek için neler yapmanız gerektiğini bilirseniz (kefaret), o zaman sıkıntı yaşamazsınız. Sıkıntı yaşamadığınız zamanda sabretmenizi gerektiren durumlar oluşmaz, dolayısıyla sabır sizin için imtihan olmaktan çıkar. Bilenle bilmeyen hiç bir olurmu, elbette bir olmaz, bilen kişi için imtihan daha kolay geçer. O yüzden ilim, ilim ve ilim. İlim cehaletin yerini aldıkça insan için hayat kolaylaşıyor. Nasıl ilim sayesinde makinaları çalıştırıyor, siz daha az çalışıyor ve yoruluyorsanız, ilminiz arttıkça imtihanın dozajıda azalıyor. "Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur mu? De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar" (Zümer Süresi; 9).
Hocam kefaret uygulayıp sabır gösteremeyen, bir iki kefaretle sıkıntılarının hemen kalkmasını bekleyenlere ne demeli? Bu insanların içinde bulunduğu durumu, kalpleriyle iman ettiğini söyleyip o imanın kalpte hiçbir karşılığı olmayan bedevilerin durumu gibi düşünmelisiniz. "Bedevîler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi" (Hucurat Süresi; 14). Bu insanlar bu ilimden haberdar olmuş, ama o ilim ve o ilmin enerjisi henüz kalplerine seriyat etmemiş. Kefaret uygulayıp, o süreç içinde sabır gösteremeyen insanlar o ilme iman ettiklerinden ötürü veya kalpleri o ilimle dolduğu için değil, mecburiyet ve ihtiyaçtan ötürü kefaret uyguluyor, dolayısıyla bu insanları ilim sahibi kişiler sınıfına koymamak gerek.
Değerli dostlar; sabır olarak adlandırdığımız enerji, kalbimizde beslediğimiz inanç ve fiziki ibadetlerimiz sonucu ortaya çıkıyor ve bizi iki şeye karşı koruyor, zamana ve zamanın içeriğine karşı. İmtihan dünyası bizi zaman ve içerikle imtihan ediyor, zamana karşıda kalbimizle işlediğimiz ibadetler bizi koruyor, içeriğine karşıda fiziki ibadetlerimiz. Kefaret ilmi ise kalple ibadet içermediği için, kefaret ilmini uygulayanların sabır konusunda sıkıntı yaşaması doğal. Sizin bilmeniz gereken, imtihan alemi iki şey içeriyor, birisi zaman diğeri ise içerik. Eğer birisi imtihan dünyasının zamanla ilgili boyutuna sabırsızlık gösteriyorsa, kişinin kalbinde bir sıkıntı olduğunu varsayabilirsiniz.
Sabır ilmi daha üstün bir ilimse, biz niye insanları sabır ilmine yönlendirmiyoruz? Sabır ilmi mavi bir bilinç ve yaşantı gerektirir, günümüz insanlarıda ne o seviyede ne de o seviyeyi kaldıracak boyutta. Örneğin; sabır ilmi insanları ahiret hayatına hazırlıyor, şuan insanlık içinde ahiret hayatını düşünmek bir lüks, şuan insanları bu hayatta nasıl ayakta tutabiliriz biz bunun derdindeyiz. Şuan insanlık bir helakla karşı karşıya ve biz ilk öncesi insanlığı bu helaka karşı korumamız gerekiyor, bunun içinde en ideal arınma yöntemi kefaret ilmi. Kendimizden örnek verelim; biz gönülden Allaha teslim olanlardandık, yaşadığımız sıkıntılarada ilimden yoksun bir sabırla göğüs germeye çalışıyorduk. Otuz yılı aşkın zorlu ve sıkıntılı süreç sonrasıda Allahın yardımı geldi, nasıl geldi, Rabbimiz bizi sıkıntılarımızdan kurtardımı; hayır, otuz yıl gönülden sabretmenin karşılığı olarak kefaret ilmini keşfetmek nasip oldu. Sonrası yıllarca kefaret ilmiyle arınmaya çalıştık, bilinçli ve şuurlu bir arınma içine girdik. Şifa geldimi; hayır, o kefaret sürecide bizi sabır ilmin keşfine itti.
Sizin buradan çıkarmanız gereken dersler; sabır ilmi bir sürecin başını değil, sonunu temsil ediyor, manevi basamakların başını değil, sonunu temsil ediyor ve bu makamlara gelmek uzun yıllar alıyor, hatta bir ömür alıyor. Sana teslim oldum Rabbim sözünüz var ya, öylesine söylediğiniz sözler var ya, işte Rabbimiz bir ömür boyu o sözünüzdeki samimiyetle sizi sınıyor. Sonunda ne oluyor ama; hz Eyyüp de olduğu gibi mükafat iniyor. Eğer bugün başladım yarın arınayım diyorsanız, yıllarca imtihan edilmeden, o ilimlerin hazmı için ruhunuza, bedeninize zaman tanımadan, bir kaç zikir veya hüddamla maneviyata açılayım veya yükseleyim diyorsanız, bilinki yanlış yoldasınız.
Özetlersek: biz yeryüzüne bir ton yükle indirilmişiz, bu yükün altında çökmemek içinde Rabbimiz bizlere bir dizi nimetler bahşetmiş, örneğin 7 tane şablon, bize bahşedilen bu ikramlardan biriside gökten bir yardım elinin bize inmesi ve bize yardım etmesi. Sabır olarak anılan şeyde bu; sıkıntı anınızda size inen bir yardım eli. O zaman bu yardım elini açığa çıkarmanın önkoşulu neymiş; sıkıntı içinde olmanız gerekiyormuş. O yardım eli size nasıl iniyor; sıkıntılı bir anınızda isyan etmiyor, Allaha yöneliyorsunuz ve Allaha teslimiyat gösteriyorsunuz, o teslimayata cevap olarakta gökten size bir destek iniyor, bunada biz sabır diyoruz. O enerjiyi fiziki ibadetlerle desteklediğiniz zamanda hem o enerjiye şekil veriyorsunuz hem o enerjinin sıkıntılarınıza el atması ve size yardımcı olmasının önünü açıyorsunuz. Rabbimiz sabredin diyor, Allah sabredenlerle birliktedir diyor, buradan da insanlar aslında olayı anlaması gerekiyordu, kişi sabır adı altında öğütlenilen ibadetleri yaptığında kendisine gökten yardımın ineceğini.
- Bu noktada sizin bilmeniz gereken; içerik ve zaman bu ikisi birbirinden ayrı birer ünite. Bu ikisi birbirinden farklı akan ünite olduğu içinde birisinin üzerimizdeki etkisi ve imtihanı diğerinden farklı olabiliyor. Örneğin, bazıları içindeki yaşadığı sorunları dert edinmez, ama zamanı dert edinebilir, bazıları ikisinide dert edinmeyebilir. Kimin neyi ne kadar sorun edineceğide tamamıyla üzerlerindeki günah yüküne bağlı. Örneğin; birisi sürekli söz verip sözünü yerine getirmediyse ve üzerinde zamanla ilgili ağır borçlar varsa, o zaman o kişi yaşadığı sıkıntıların zamanla ilgili boyutunu daha fazla kafasına takıp dert edinebilir. O yüzden biz aceleci yaratılmışız, süreçlere sabredip sabretmeyeceğimizi test etmek için. "İnsan, aceleci olarak yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim; benden acele istemeyin" (Enbiya Süresi; 37). Örneğin; biz aceleci yaratılmasaydık, aceleci vasfı bizde olmaz, süreçleri çok sakin geçirir, imtihan aleminin zamanla ilgili boyutu da bizim için imtihan olmaktan çıkardı.
- Bu yazımızdan çıkarmanız gereken bir diğer ders; insan bir sıkıntıya girdiğinde gözü o sıkıntıyı yok edecek ikramlarda oluyor, gözü yükseklerde olduğu içinde Rabbimizin indirdiği günlük ikram ve yardımları görmezden geliyor. Allahtan yardım beklerken haddimize göre yardım bekleyelim. Örneğin; büyük değişim beklentisi içinde olursanız, o değişim gerçekleşinceye kadar bekletilirsiniz. Eğer ama küçük beklentiler içinde olursanız, o beklentiler günlük size ikram edilir.
- Bu yazımızdan çıkarmamız gereken bir diğer ders; kefaretler sadece temize çıkmanızı sağlamaz, daha fazla borca batmanızada engel olur. Yaşadığımız sıkıntılar üzerimizdeki borçlardan kaynaklanıyor, bu borçlarında bizden tahsil edileceği tarihler var. Kefaretlerinizde bazen var olan sıkıntılarınıza değil, o hafta veya ay yaşayacağınız bir musibete kefaret oluyor. Eğer kefaret sürecine girdiyseniz ve bir türlü artıya geçemiyorsanız, o zaman bunu dert edinmeyin, bilinki amelleriniz o süre içinde görünmeyen, o hafta o ay o yıl nice musibeti başınızdan defetti. İnsanlar arınma sürecinde ilerleme kaydedemediğinde hemen bunalıma giriyor, neden ilerleme kaydedemedim diyor, siz bu bunalıma girmeyin, bilinki görünmeyen boyutta nice musibetten kurtuldunuz. İnsanoğlu bol rızkı kendisine hak sanıyor, sandığı içinde hep artılara odaklanıyor, siz lütfen bu hataya düşmeyin, günümüz insanı bol rızkı değil, helakı ediyor, dolayısıyla artılara odaklanma yerine, içinde bulunduğunuz ortamın dahada kötüleşmemesine odaklanın. Eğer kefaretlerle düzlüğe çıkamıyorsanız, bilinki kefaretleriniz boşa gitmiyor, olayların dahada kötüleşmesine engel oluyor, çünkü kaderinizde olayların dahada kötüye gitmesi yazılı.
"Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir" (Fatır Süresi; 45). Üzerimizde o kadar yük varki, insanın perdeleri açılsaydı ve insan üzerindeki yükü görebilseydi, elde edemediği nimetlere ağlamaz, halen ayakta ve hayatta olduğuna şükrederdi.
- Bu yazımızdan çıkarmanız gereken bir diğer ders; İslam dininde kadere boyun eğme, kadere razı olma diye birşey yok, çünkü bir Müslüman her zaman güzeli arzular, o güzele erişmekte bir mücadele gerektiriyor. Ne tür bir mücadele? Her konuda olduğu gibi, inancımız bizleri bu konuda da açıkta bırakmıyor ve bizlere bunun reçetesini veriyor, hatta cahil/ ilim sahibi ayrımını yapıp, kapasitemize göre bize iki ayrı reçete veriyor ve her ikisinde de bizlere proaktif olmamızı öğütlüyor. Örneğin; cahil bir kul'a Allaha teslimiyattan bahsediyor, fakat öylesine kuru, kuru teslimiyattan değil, proaktif bir teslimiyattan bahsediyor; namazı kılmak, Allah adına maldan harcamak, kötülüğü iyilikle savuşturmak gibisine pozitif eylemler eşliğinde bu teslimiyatın olması gerektiğini söylüyor. Örneğin; ilim sahibi bir kul'a da sabırla ilgili ilimde yapması gereken 5 adımlık bir reçete sunuyor.
- Yazımızdan çıkarmanız gereken bir diğer ders; sabır manevi bir arınma uygulaması olduğu için, bu süreci olabildiği kadar pozitif duygular içinde geçirmeniz gerekiyor. Neden; çünkü süreci negatif enerjiler yönetirse, süreç arınmayla değil, daha fazla yük yüklenmekle sonuçlanır. Negatif bir halden pozitif bir şey doğmaz. Eğer içinde bulunduğunuz sürecin pozitif sonuçlanmasını istiyorsanız, mutlaka süreci sürekli pozitif duygularla beslemeniz gerekiyor. Bu aynı zamanda içinde bulunduğunuz o negatif döngüden kurtulmak için önemli.
- Yazımızdan çıkarmanız gereken bir diğer ders; sabır bir uygulama ve bunun belirli kuralları var, bu kurallardan biriside, kötülüğe iyilikle mukabele etmek. Bunun amacı, o negatif döngüyü pozitif bir eylemle kırmak. O pozitif duruşumuzda boşa gitmiyor, üzerimizdeki o yüke kefaret sayılıyor ve süreci kısaltıyor ve hafifletiyor. "İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir." "Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur" (Fussilet Süresi; 34-35).
- Bazılarınız diyor, niye ona iyilik edecekmişim, o iyiliği haketmiyorki; işte bu insanlar şeytanın tuzağına düşmüş ve o negatif döngünün içine takılı kalmış insanlar. Sizin bilmeniz gereken; size iyiliğin öğütlenmesinin nedenleri var, bunlardan biriside içinde bulunduğunuz negatif ortamı sona erdirmek. İşlediğiniz iyilikleri siz başkalarına değil, aslen kendinize işliyorsunuz. Eğer birisine iyilik yapıyorsanız bilinki ona değil, kendinize yapıyorsunuz. O iyilikle siz o kişinin hayatını değiştirmeye çalışmıyorsunuz, kendi hayatınızı değiştirmeye çalışıyorsunuz. İyilik yaptığınızda karşı taraf o iyiliği hak ediyormu, etmiyormu bu boyuttan değil, kendiniz o iyiliği hak ediyormusunuz bu boyuttan bakın, çünkü o iyilik o kişinin değil sizin amel defterine yazılıyor, o kişinin değil sizin kaderinizi değiştiriyor. İyilik yapıyor ve sürekli kötülükle karşılaşıyorsanız, o zaman iyilikten vazgeçme yerine, demek ki iyiliğim yetmiyor, bazı şeyleri demek eksik yapıyorum deyin ve birazda başka ibadetlerle o iyiliğinizi desteklemeye çalışın. Örneğin; namaz kılmak ve rızkınızdan Allah adına harcamak.
İyilik yapmaktan vazgeçmeyin, eğer vazgeçerseniz, bilinki o kişiden değil kendinizden vazgeçmiş kendinizden ümidi kesmiş oluyorsunuz ve iyiliği Allah adına yapın. Eğer iyiliğin karşısında iyilik bekliyorsanız, bilinki Allah adına o iyiliği yapmıyorsunuz.