• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

bilinmeyenler ve bilinmesi gerekenler............     
"Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir" (Mücadele Süresi; 58).







ruh ve nefesin altındaki gizem bölüm: 1


Haftanın Konusu: nefes. Bir kaç gün susuz ve yemeksiz hayatta kalabiliyorsunuz, ama nefessiz değil, nefesi özel kılan nedir? Bu yazımızda bunu sizler için aydınlatmaya çalışacağız, umarız sizin için hayrlı ve aydınlatıcı bir yazı olur. Rutinimizi biliyorsunuz, sorular geldikçe konuları biraz daha açar ve derinletiriz, sonrası bölümlere ayırırız, bu da bir hafta sürer, o güncel bilgileri kaçırmamak içinde siz lütfen o hafta içinde bir kaç defa yazımızı okuyunuz. Sonrası yazımızı kaldırır ve ait olduğu bölüme ekler, sizde onu oradan dilediğiniz zaman yeniden gözden geçirebilirsiniz. Unutmayınız ilhamların gizemi tekrarda yatıyor, ne kadar tekrar o kadar ilham yani bilgi size iniyor. O yüzden yazımızı ortalama bir hafta önünüzde, ana sayfada tutuyoruz, o yüzden gözünüzün önünde sürekli eklemeler yapıyoruz, tüm bunlar sizleri tekrara sürüklemek için. Tabii ki birde konuları hazmetmeniz için, konular derin konular, o konuları hazmetmeniz içinde sizleri tekrara itmemiz gerekiyor.

Nefes nedir? Ruhumuzun gıdasıdır. İnsanoğlu üç parçadan oluşuyor; beden, nefis ve ruh. 
Bedenimizin gıdası toprak ve su. İnsan bedeni toprak ve sudan yaratıldığı için bedenimizin hayatta kalması için bu ikisine muhtaç. Örneğin etsiz bir hayat sürdürebilirsiniz ama toprak mahsüllerinden yoksun bir hayat değil. Nefsin gıdası ise zevk, mal ve makam. Nefis ile beden arasındaki fark ne; beden ağızdan besleniyor, nefsiniz ise duyu organlarınızdan. Örneğin bedeniniz besini içine alıyor, o besinin verdiği tattanda nefsiniz besleniyor. Nefis dediğimiz varlık beyin ve uzantıları (sinirler ve duyu organları), dolayısıyla nefis o uzantılar üzerinden besleniyor. Örneğin tadı hisseden sinirlerimiz olduğu gibi, acıyı hissedende sinirlerimiz. İmtihanda olan kimse, bu durumda nefis, zevki ve acıyı tadanda o oluyor. Nefis neden zevke bağlı kılınmış? Eğer nefis tattığı şeylerden hoşlanmazsa, örneğin yemekler veya cinsel ilişki, o zaman nefis tekrar yemek yemez veya cinsel ilişkiye girmez, yemediği ve ilişkiye girmediği zamanda ne bu dünyada hayatta kalabilir ne de üreyebilir. Nefsi bu dünya'ya bağlayıp bu dünyada eyleme geçirebilmek için kendisine hoşuna gideceği şeyler sunulması gerekiyordu, dünyanın kendisine süslü kılınmasının nedenide bu. Ruhumuzun gıdasıda nefesimiz. 
Üç ayrı oluşum ve üçünün ihtiyacınıda bizim gidermemiz bekleniyor. Beden güçten düşmemesi için sürekli gıda ve sıvı ile beslenmesi gerekiyor, nefis bu hayata sırtını dönmemesi için sürekli hoşuna giden şeylerle beslenmesi gerekiyor, ruhunda bedenden çıkıp gitmemesi için sürekli oksijenle beslenmesi gerekiyor ve biz ömrümüzü sürekli bu üçünü besleyerek geçiriyoruz. 

Ruh ile nefes, ne alaka hocam, ruhumuz neden nefese bağlı kılınmış?
 "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın" (Hicr Süresi; 29). Bunun böyle olmasının nedeni ilk yaratılış anında yatıyor, Rabbimiz bir üfleme yani bir nefes ile hz Ademi canlandırıyor, o ruhu o bedene aşılarkende Rabbimiz o ruha bir emir veriyor, bu beden bu üfleme sayesinde canlanıyor, bu üflemeyi ama ben bu canlıda kalıcı kılmıyorum, canlı kalabilmek için bu üflemeyi sürekli tekrarlaması gerek, bunuda sen benim adıma sürdürmeye devam edeceksin, taa ki bu insanın ölüm vakti gelinceye kadar diyor. Ruh bir nefes üzerinden girdiği, ilahi emirden ötürü o ilahi üflemeyi bir ömür bizde tekrarlamak zorunda olduğu için, nefes ve ruh birbirine bağlı diyoruz.

O zaman nefes bize ait değil? Aynen. Nefes alıp vermemizi sağlayan organlar bize ait, onu çalıştıran güç, ruh ama bize ait değil. Nefes alıp verdiğinizde siz alıp vermiyorsunuz, bunu ruh alıp veriyor. Örneğin; gün içinde kaçınız nefes alıp verdiğini farkediyor, hiçbiriniz. Neden, çünkü nefes alıp veren siz değilsiniz, ruhunuz. Neden ruha verilmiş; bunun nedeni basit, eğer kontrol bize verilmiş olsaydı, biz nefes alıp vermekten hayatımızı yaşayamaz, başka birşeyi düşünemez ve yapamaz olurduk. Hayatı, diriliği tadabilmemiz için bizlere ruh emanet olarak verilmiş, o ruhta bu bedeni ayakta tutmak için bizim adımıza nefes alıp veriyor. Ne zamana kadar; bilinciniz yani nefsiniz kontrolü eline alıncaya, örneğin nefes egzersizleri yapıncaya kadar. Odaklandığınız zaman nefes sizin, odaklanmadığınız zamanda ruhunuzun 
kontrolüne geçiyor. Buradan da benim hayatım benim bedenim diyenlerin ne kadar büyük bir gaflet içinde olduğunu siz çıkarın, bırakın bedeninizi, nefesiniz bile size ait değil.

Ruhumuz neden bir parçaya bağlı kılındı, neden kozmik enerji inancında olduğu gibi, herkesi kuşatan bir enerji değil? Bu dünyada ebedi kalmamamız için bu böyle. Rabbimiz bizi yeryüzünde yaratmış, ama yeryüzünde kalıcı olmamızı istememiş. Ruh nedir; diriltendir. O dirilten enerjide bizim içimizde değilde, biz onun içine yerleştirilmiş olsaydık, o zaman biz ebedi olanlardan olurduk. 
Örneğin; eğer ruhani enerji herşeyi kapsamış olsaydı ve biz onun içinde yaşıyor olsaydık, yaşam enerjisini savunanların iddia ettiği gibi, o zaman biz kıyamete kadar, bağlı olduğumuz mekan ayakta kaldığı sürece hayatta kalırdık, çünkü ruh dirilik enerjisini temsil ediyor, o dirilik enerjiside var olduğu müddet ondan beslenen herkes o süre içinde diri kalırdı. Bunuda Rabbimiz istememiş, bunlar 80 yıllık hesabı kaldıramayacak, 100 bin yıllık hesabı nasıl kaldırsınlar deyip bu hayattaki ömrümüzü olabildiği kadar kısa tutmak istemiş. İçinde yaşadığımız dünyanın ömrü kadar değil, içinde yaşadığımız bedenin ömrü kadar hayatta kalalım istemiş. Dolayısıyla bizleri ruhani bir mekanın içine değil, ruhu bizim içimize atmış. Bizim bedenimiz kısa ömürlü oluncada, bedenimizden beslenen ruh bedenin ömrü kadar bizleri, yani nefsimizi bu hayatta tutabiliyor, ötesi değil. "(Ey insanlar!) Biz sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı?" (Mürselat Süresi; 20)

Bakın arkadaşlar; birşeyi ortaya attığınızda iddianızın ucu nereye dayanıyor ve içeriyor bunun hesabını çok iyi yapmalısınız, bu tür iddiaları ortaya atanlar maalesef bunun hesabını yapmıyor. Allahu Teala neden ruhani enerjisini heryere yaymamış biliyormusunuz; dünyamız kirli olduğundan. En basiti hayvanlar sağa sola sıçıyor. Ruh nedir; Allahın bir parçasıdır. Allahta kendisine ait kutsal bir parçayı her ortama aşılayıp o kutsal enerjinin her türlü pisliğe maruz kalmasını istememiş. Her yer yaşam enerjisi ile dolu dediğiniz zaman, bunun ucu nereye dokunuyor bunu iyi bilmelisiniz. Yaşam enerjisinden bahsedenler yaşam enerjisinin nereden ve ne olduğunu bilmiyor; Allahtan geldiğini bilseler, o zaman Allahu Tealanın kendi enerjisini her ortama bulaştırmadığını bilirlerdi. Örneğin; o yüzden
Musa as Allahı göremiyor, yeryüzü temiz olmadığı için. "Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte (Tûr’a) gelip de rabbi onunla konuştuğunda o, “Rabbim! Bana görün; sana bakayım” dedi. Rabbi, “Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak; eğer o yerinde durabilirse sen de beni görebilirsin” buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti; Mûsâ da bayılıp düştü. Kendine gelince dedi ki: “Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim; ben inananların ilkiyim" (Araf Süresi; 143). Allahu Tealanın insanoğluna kendisinden bir parça bahşetmesinin tek nedenide, bizlerin tertemiz yaratıldığından ötürü. "Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır" (Tin Süresi; 4). Ruh=temiz. O yüzden biz kirlendikçe ruhumuz bizden kopuyor, yaşlanıyor ve yok olup gidiyoruz. Buradan da diriliğin sırrını siz çıkarın.

Nefes eşittir dirilik diyorsak, hayvanlarda nefes alıp veriyor, bitkilerde, bunları nereye oturtacağız? Allahu Teala hz Adem ve havayı yeryüzüne indirmeden öncesi yeryüzünü diriltiyor ve canlandırıyor, hayvanlar, bitkiler vs, fakat Allahu Tealanın o dönem yeryüzünü ve içeriğini diriltmek için bahşettiği enerji ile insana bahşettiği enerji aynı değil. Aynı olmadığını nereden anlıyoruz; eğer aynı enerji yeryüzüne 
bahşedilseydi, o zaman yeryüzünde herşey nefes alıp verirdi, ama herşey nefes alıp vermiyor, örneğin taşlar. Ruhumuz hangi ilahi eylem üzerinden bedenimize girdi; bir üfleme sonucu. Ruhumuz bedenimizde tutabilmek için neye muhtacız; nefes alıp vermeye. O zaman ruhun bir tanımı, nefes alıp verme diyebilirmiyiz; diyebiliriz. Tabiatta herkes nefes alıp veriyormu; vermiyor, örneğin taşlar nefes alıp vermiyor. Demek ruh herşeyi kuşatmıyormuş, kuşatmış olsaydı çünkü, o zaman tabiatın içinde, taşlar dahil herşey nefes alıp verirdi, çünkü o ruh neye sinerse sinsin o şeyin nefes aldırmasını sağlıyor. Bunlar size küçük detay gibi görünebilir, fakat sapkınlık ve şeytanlar bu detaylarda kendisini gizliyor bu detaylarda açığa çıkıyor. Bu insanlar işte bu detayları kaçırdığı için tezleri sürekli defolu çıkıyor. Bir değil onlarca detayı kaçırdığı için bu insanların hakikat anlamında size sunabileceği birşeyi olmuyor. Örneğin; Rabbimiz, ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, ruhumdan ona üfleyeceğim ve hepiniz ona secde edeceksiniz diyor. Secde edeceksiniz dediği bir varlığada Rabbimiz bir hayvanın ruhuna eşdeğer bir ruh bahşedermi? Etmez. Bir hayvana secde etmemizi istemiyorsa, etmez. Rabbimiz tabiatı ve içeriğini bir bütün olarak diriltiyor, insanı ise birey olarak diriltiyor, birey olarak diriltmesinden de anlayınki insana ayrı bir değer biçmiş. 

Rabbimiz yeryüzünün içeriğine ne tür bir ruh bahşetmiş olabilir? Allahu Teala sebepsiz yaratmaz, yarattığında o şeye bir görev yükler, o görev doğultusunda da o şeye güç ve imkan verir. Örneğin; bir hayvan maneviyatta yükselebilirmi; yükselemez. İnsan yükselebilirmi; yükselebilir. O zaman buradan insana bahşedilen enerjinin daha yüksek bir enerji olması gerektiğini çıkarmanız gerekiyor. Örneğin; bitkiler fiziki anlamda Allahla konuşurmu; konuşmaz. İnsan konuşurmu; konuşur, hz Musa konuştu. O zaman buradan anlayınki Allahla konuşması gerekenle konuşmaması gereken aynı enerjiye sahip olamaz. Örneğin Cebrail as bir melekmi; melek. Diğer meleklerle aynı ruha sahipmi; hayır değil, ona bahşedilen ruh farklı. O yüzden kendisine Ruhu'l Emin deniliyor. Demek herkese aynı ruh veriliyor diye bir kaide yokmuş. Neden bu farklılıklar; çünkü görev tanımları farklı. Allahu Teala kime ne tür bir vazife yüklediyse, ona o görev tanımı doğrultusunda bir enerji bahşediyor. Sizin bilmeniz gereken, bitki, hayvan, insan veya melek farketmez, hepsinin bir ruh, yani bir enerji taşıyor olması, o enerjinin hepsinde aynı ve eşit olduğu anlamına gelmiyor. Gökkuşağı gibi, Rabbimiz kendi ruhunu parçalayıp dilediğine dilediği oranda bahşediyor. 

O zaman bu inançlar hurafe? Aynen. Bu tür inançlar doğu kaynaklı inançlar ve İslamda yeri yok, hatta şirk boyutuna kişiyi götürebilir. Örneğin; Allahu Teala ben ruhumdan hz Ademe üfledim diyor, bu kadar net içine üfledim dedikten sonrası, hayır içimizde ruh yok, biz ruhun içindeyiz derseniz bu şirke girer. Kur'an-ı Kerim hz Meryeme üflendiğinden bahseder, o sayede hz İsanın hayat bulduğunu anlatır. Bu örneklerden de anlıyoruzki, demek ruh dışımızda değil, içimizde olan birşeymiş. Kaldıki insan soru sorar, basit sorularlada doğruya ulaşabilir. Mesela insan sorar; bizi canlandıran ruh içimizde değilde dışımızdaysa, o zaman Allahın Ayetleri neden ikide bir birisinin canlanması için içine bir ruhun üflenmesinden bahsediyor? Mesela insan sorar; madem ruh hepimizi kuşattı, madem hepimiz o diriltici enerjinin içindeyiz, o zaman hz İsa 
neden kendiliğinden anne karnında hayat bulmadı, neden bir üflemeye ihtiyaç duydu? Mesela insan sorar; hz İsa bir kuşu dirilttiğinde o kuş neden kendi başına dirilmedi, madem hepimiz ruhun içinde yaşıyoruz, o zaman o kuş dirimek için neden bir üflemeye ihtiyaç duydu? Mesela insan sorar; madem ruh bizim içimizde değilde, biz ruhun içinde yaşıyoruz, o zaman neden hepimiz çamurdan kuş yapıp diriltemiyoruz? Soru sora sora, bu saçmalığı nasıl çürüttüğümüzü görüyormusunuz?

Bu sorularıda hangi veri veya hikakata dayanarak sorabildik; Ayetlere dayanarak, Ayetlerle o iddiaları çürüttük. Madem hakikat Ayetlerde yatıyor, bu insanlar neden bunu göremiyor; çünkü rehberleri Ayetler değil. Onların bir hayat inancı var, onların tek amacı ve derdi de o inancı ayakta tutmak. Bunun içinde işlerine geldiğinde bir Ayete sarılıyorlar, gerektiğinde doğu veya batı felsefesine. Bakın arkadaşlar; Allahu Teala ruhla ilgili size az bilgi verildi, size verilen bilginin ötesine de gitmeyin diyor. Biz yazılarımızda bu kurala sadık kalıyoruz, sadece ruhla ilgili değil, tüm beyin fırtınalarımızı, analizlerimizi Ayetlere dayandırmaya, Ayetler üzerinden yapmaya çalışıyoruz. Neden; çünkü elimizde doğruluğuna yüzde yüz emin olduğumuz tek kaynak o. Örneğin; yazılarımızda bir özgüven algılıyorsanız, bilinki bu bizim egomuzdan kaynaklanmıyor, bilgileri aldığımız kaynaktan geliyor. B
u insanlar ise Allahın verdiği bilgileri baz almıyor, kendi inanç dünyalarını baz alıyor. O inanç dünyalarınıda hangi varlıklar ortaya çıkardıysa, farkında olmadan rehber aldıkları kişiler onlar oluyor, onlar bunların kulaklarına sürekli birşey fısıldıyor. Size tavsiyemiz; sözleriniz somut bilgilere dayansın. Somut bilgi varsa konuşun, yoksa konuşmayın. Konuşmanız somut bilginiz kadar olsun.

Evrende kozmik enerji yokmu? Bilim adamların aeter olarak tanımladığı, evrendeki boşluğu dolduran şeye bazı inançlar ruhani enerji diyebilir, bu ama baatıl bir inanç. Evrende besleyici bir enerji yokmu; var, bunada güneş ışınları diyoruz. Bunuda öylesine söylemiyoruz, güneş olmazsa ne hayat olur ne tabiat. Ahiret hayatına, kalıcı yurdumuza giriş yaptığımızda belki bizler birey olarak ruh taşımayacağız, mekanın ruhu üzerinden besleneceğiz, kozmik enerji inancı ahiret hayatı için geçerlide olabilir, buna itirazımız yok çünkü ahiret hayatı sonsuz yaşamın olduğu bir yer, bu inancın ama yeryüzünde bu hayatta bir geçerliliği yok. Örneğin; akçiğer bedenimizde cenneti temsil ediyor, akçiğerde nefesten besleniyor, o nefeste ruhu temsil ediyor, buradan da anlayabilirsinizki bizler cennete adım attığımızda büyük ihtimal böylesine ruhani bir nefesten besleneceğiz, o ruhani enerji tüm mekanı ve içeriğini besleyecek, bizde o enerjiden. Bu da cennet için gayet normal, çünkü cennet tertemiz, oraya giren canlılarda tertemiz ve oradı ebedi hayat var. Örneğin; bizler mahşer yerinde tüm günahlarımızı dökeceğiz sonrası cennete gireceğiz. Bu yüzden ebedi hayatın olacağı bir yerde, ahiret hayatında böyle bir inanç geçerli olabilir, herşeyi kapsayan bir yaşam enerji inancı, bunun ama kirli ve ömrü kısa tutulmuş bu hayatımız bu bedenimiz ve yeryüzü için geçerliliği yok.

Not: şunuda not olarak ekleyelim, hayvanlar ve bitkiler nefes alıp veriyor, buradan da biz anlıyoruzki onlarada Rabbimiz o ruhun dirilik enerjisinden birşeyler bahşetmiş. İnsan o şeylerden beslendiği içinmi onlara o dirilik enerjisini bahşetmiş, o dirilik enerjisinden ne kadar bahşetmiş ve o dirilik enerjisinin türü ne, bu soruların cevabını farklı bir zamana bırakalım inşallah. 


Gelecekte, ruh hakkında daha fazla bilgi açığa çıkarmı? Rabbimiz ruh hakkında size az bilgi verildi diyor ve bunu bir Ayetle mühürlüyor. Birşey Ayetle mühürlendikten sonrası, bilinki o asla değişmeyecek. Neden; çünkü değişirse Ayetin hükmü ortadan kalkar. Kur'an-ı Kerim kıyamete kadar geçerli kalması takdir edilmiş, dolayısıya içerdiği hükümler asla değişmeyecek. Yani, biz kıyamete kadar ne kadar çok ruh hakkında ilham alıp size anlatsak, anlattıklarımız 
yinede çok az olacak. Biz asla ruhun gerçek boyutunu bilemeyeceğiz. Neden; çünkü ruh Allahın bir parçası. Allahta kendisiyle ilgili bilgileri indirmez. Bizi ilgilendirecek kadar indirir, ötesini indirmez. Neden indirmez; insan aklı yaratılanı analiz etmek için varedilmiş, yaradanı değil. Aklımızın almayacağı bilgileride Rabbimiz bize indirip onunla bizi imtihan etmez.

Allahu Teala ruhu neden nefese bağladı? 
Hayat bir nefesle başlıyor, o ilk üfleme ile, Rabbimizde bunu unutmamızı istememiş. Nefes yokluktan gelişimizi temsil ediyor. O uyanışı ve bu hayatı kime borçluyuz, o yokluğa geri döndürülmemizinde sadece bir nefes uzaklığında olduğunu bilmemiz içinde ruhumuz nefese bağlı kılınmış. Biz bir üfleme sonucu hayat bulduk, hayatta kalmak içinde o eylemi sürekli tekrarlıyoruz, çünkü yokluktan geldiğimizi ve her an yokluğa karışabileceğimiz aklımızda olsun istenmiş. Nefes nedir diye soruyorsanız; nefes yokluğu bize hatırlatan bir nimettir. Her nefesinizle siz yok olmaya karşı bir direniş gösteriyorsunuz. Yokluktan geldik, bir nefesle hayat bulduk, tekrar o yokluğa kaybolmamak içinde o nefese sarılıyor ve günde ortalama 20 bin defa tekrarlıyoruz. 
Sadece bu kadarmı; elbette değil, Allah birşeyi hiç basit şekilde yaratırmı, elbette yaratmaz, onun içine daha nice ilimler ve mesajlar yerleştirir. Nitekim burada da bunu görüyoruz, nefesin altında nice hikmetlerin gizlendiğini görüyoruz. Örneğin; nefesinizi kendi doğal haline bıraktığınızda, kontrol sizde değilde ruhta olduğunda ruhunuz her nefeste Allahı zikrediyor. Doğa Allahı zikreder, burada da bu yaşanıyor. Bu kadarmı; değil. Nefesiniz aynı zamanda duygularınızı eylemlerinize aşılıyor. En çok hangisi üzerinde durmamız gerekiyor diyorsanız, ilki deriz, yokluktan geldiğimizi hatırlamak.

Nefes bir hatırlatmayı temsil ediyor, öylemi? Aynen. Biz yoktuk, sonrası uyandık, görür ve işitir olduk, farklı duyguları ve tatları yaşar olduk, tüm bunlarıda neyin ve kimin sayesinde; Allahın bizlere kendisinden bir ruh bahşetmesi sayesinde. Bu da asla unutulmaması gerekiyor. Neden; şükretmek için. Hayat bir hak değil bir lütuf, bu bilince sahip olan insanda şükreder. Görme, işitme, sevme ve tatma gibi duygular, kişi bunların kendisine ait olmadığını bilirse, kendisine bunları bahşedene hamdeder. Biz yokluktan geliyoruz, bir anda kendimizi nice nimetlerin içinde buluyoruz, Rabbimizin bu ikramıda unutulmaması gerek. Biz yokluktan geliyoruz, o yokluğa dönüşte bir nefes uzaklığında, bu da değerli dostlar unutulmaması gerekiyor. 


Nefes aynı zamanda bir zikride temsil ediyor, öylemi? Aynen. Siz nefes alıp alıp verdikçe tüm tabiatın zikir çektiği gibi sizde zikir çekiyorsunuz. Neyin zikrini; "Allah" kelimesini her nefes alıp vermede zikrediyorsunuz. Nefesinizi sakin bir ortamda dinleyin, nefes alıp verirken "Allah" lafzının çıktığını farkedersiniz. Doğal bir nefesin ortaya çıkardığı frekansla, Allah kelimesini söyleyen birisinin ortaya çıkardığı frekansa bakarsanız, bunların aynı olduğunu görürsünüz. Nefesimiz sadece "Allah" kelimesinimi zikrediyor; hayır, bedeninizin o an Allahın hangi vasfına ihtiyaç duyuyorsa nefesiniz o isime sarılıyor. Örneğin; yorucu birşey yapıp nefes nefese kaldığınızda, o an bedeninizin dirilik enerjisine ihtiyacı var, nefesinizde Allahın Hayy ismine sarılıyor ve onu zikretmeye başlıyor. Siz derin derin nefes alıyor ve "haaay" ve "huuu" tonlarını çıkarmaya başlıyorsunuz. "Hayy'"da dirilten, diri tutan, yaşamın kaynağı anlamına, "Hu" da Allah anlamına geliyor. Gördüğünüz gibi o an Allahın hangi gücüne ihtiyaç duyuyorsanız, o ismi zikredecek tonda nefes alıp veriyorsunuz. Kaçımız bunun bilincinde; çok azımız. Nefesimizdeki bu doğal zikir frekanslarını ne kadar ayakta tutabiliyoruz; maddi ve manevi hastalığa yakalandığımız ana kadar. O zikrin nefesinizden kaybolduğunu nasıl anlarsınız; nefesinizdeki frekans değişikliğinden.

Bazıları bu bilinçle zikir seansı ve programları düzenliyor, derin derin nefes alarak saatlerce "hayy" ve "hu" diyorlar, bunların yaptığı doğrumu? Doğru değil. Nefesinizi kendi doğal akışına bırakırsanız nefesinizi ruhunuz kontrol eder, arzu ettiğiniz zamanda siz direksiyona geçer ve kendiniz nefesinizin ritmini, derinliğini belirlersiniz. Kontrol sizin elinize geçtiği zamanda ilahi frekans kaybolur. İlahi frekans o zaman neye bağlıymış; ruh'a. Ruh'ta ne zaman Allahın "Hayy" ismiyle nefes alıyor; yorulduğumuz, bir iş yaptığımız zaman. O zaman doğal nefesteki zikir neye bağlıymış; hak edişe. Zikir içerikli bir nefesi ortaya çıkarabilmeniz için hak edecek birşey yapmış olmanız gerekiyormuş. O yüzden insan maddi ve manevi bozulduğunda zikir içerikli nefesler kayboluyor ve hastalıklı bir nefes alıp verme ortaya çıkıyor. Haketmeden zikir içerikli nefes alıp vermeye çalışırsanız ne olur, bu tür programlarda mesela; o zaman o zikrinizin kontrolü ruhta değil, şeytanlarınızda olur, ortaya çıkan enerjiden de siz değil şeytanlarınız beslenir.

Bu insanların kaçırdığı nokta doğal zikrimiz birşeyin başı değil, bir sonu olması. Neyin sonucu; fiziki amellerimizin sonucu. Örneğin koşmak veya egzersiz yapmak. Eğer bu insanlar o sonuca hayran kaldıysa, o zaman bunların yapması gereken oturdukları yerde o zikri çekmek değil, o nefes hangi yol üzerinden ortaya çıktıysa o yolu gitmek. Sevaplar yolun sonunda değil, yolculukta yatıyor. Eğer sevap kazanmak istiyorlarsa sona değil yolculuğa, zikre değil o yolda verilen çabalara baksınlar. Bu insanların kaçırdığı bir noktada doğal halimizde o zikirleri ruh çekiyor, biz değil. Ruhta bedenin eforuna göre hangi zikrin çekileceğine karar veriyor. O zikri siz çekmeye çalıştığınızda ne olur; hak edip etmediğinize bakılır, hak etmediğiniz anlaşıldığı zamanda kontrol şeytanlara geçer. Nitekim burada da durum bundan ibaret, bu tür organizasyonlar tümüyle şeytanların organize ettiği ve oynadığı yerler. 


Bölüm 2'de devamı gelecek... -17.10.2025






kelimelerden türemiş hurafeler