ruh ve nefesin altındaki gizem bölüm: 3
Bölüm 3
Nefes birşeyin canlanmasını nasıl sağlıyor? Rabbimiz bizlere ruhu nasıl bahşediyor; bir üfleme ile. Bir üfleme ile biz hayat buluyoruz. İlahi düzen hakkında da size ne demiştik; gökteki düzen neyse, yeryüzündeki düzende o, ikisi birbirine paralel yaratılmış. O yüzden biz birisine bakarak diğerini analiz edebiliyoruz. Kutsal Kitabımız hakkında size ne demiştik; birşeyi Rabbimiz kutsal Kitabımızda anıyorsa bunun mutlaka yeryüzünde bir karşılığı var demiştik. Örneğin; kutsal Kitabımız bir eylem-sonuç bağını anlatıyorsa, üfleme-canlanma, bilinki bu eylem-sonuç bağı yeryüzü içinde geçerli. Rabbimizin ağzından çıkan bir nefes Rabbimizin ruhunu nasıl taşıyor ve üflediği canlıya aşılıyor ve onun hayat bulmasını sağlıyorsa, bilinki siz yeryüzünde birşey yaparken nefes alıp verdiğinizde sizde o şeylere ruhunuzu üflüyor ve sizde onun hayat bulmasını sağlıyorsunuz.
Bu boyuttamı? Hayır, farklı bir boyutta canlanmasına sebep oluyorsunuz. Bunu anlamanız için o ilk anı çok iyi analiz etmelisiniz, o ilk an çok mesajlar içeriyor. Örneğin; Rabbimiz hz Ademe ruhundan üflediğinde Rabbimiz neredeydi, hz Adem neredeydi? Rabbimiz arş, hz Adem ise cennetteydi. Yaaani, aralarında bir boyut ve mekan farkı vardı. Rabbimiz üflediğinde kendi boyutu için geçerli olanı yapmıyor, farklı bir boyut için geçerli birşey yapıyor. Bu kuralda değerli dostlar bizim içinde geçerli, siz burada nefes aldığınızda bu boyutta olan birşeye ruhunuzu (duygularınızı) veriyorsunuz, canlanma ise farklı bir boyutta gerçekleşiyor.
O eylemin bizim boyuttan farklı bir boyuta geçiş yapmasını nasıl sağlıyoruz? Taşıyıcılar sayesinde. Bakınız; Allah "ol" diyerekte herşeyi var edebilirdi ama bunu yapmamış, çünkü insan olayları etüt edebilmemiz için birşeyin bir noktadan diğerine nasıl geçiş yaptı, o aracıları bilmesi gerekiyor. İnsan yokluğu bilmediği için yoktan var olan, bir anda ortaya çıkan şeyleri analiz edemiyor. Olayları bizlerin anlayabilmesi için mutlaka bir noktadan diğerine geçiş süreci olması gerekiyor. Rabbimizde düzeni buna göre kurmuş, ana yurdumuz cennete kadar uzanan tüm olaylara birilerini aracı koymuş. Bir parçacık ne kadar küçük olursa olsun, hiçbir şey bir anda bir noktadan farklı bir noktaya gelmiyor, mutlaka bir ara süreçten geçiyor. Örneğin; hipofiz bezi. Nedir hipofiz bezin manevi görevi; hipofiz bezi gözden gelen görüntüyü alır, bunu bedenin içine yansıtır ve o dış mekanın bedende var olmasını sağlar. Ne için; o dış mekanda işlediğiniz günahlardan ötürü bedeninize giren şeytanların orada yaşaması için. Sizin bilmeniz gereken, birşey bir anda ortaya çıkmaz, çıkışına birşeyler aracı olur. Bu sayede bizler gafil yakalanmıyoruz, bu sayede bizler şeylerin altındaki hikmeti anlıyoruz. Yeryüzünde aracı olarak kullanılan şeylerde, bir yeden bir başka noktaya hareket edebilen şeyler. Örneğin canlılar, rüzgar, güneş ışınları, ay ışınları, nefesiniz, bakışlarınız vs.
Burada kim neyi nereye taşıyor? Bu aslında o kadar karmaşık değil; içinizde ürettiklerinizi içinizdeki birşey taşıyor, dışınızda ürettiklerinizide (eylemleriniz) dış dünyadaki birşey taşıyor. Bunu biraz daha açalım; içinizde doğan duyguları çevrenize nefesiniz taşıyor, çünkü duygular kalpte oluşuyor, kalpte mekanik çalışıyor yani ses üretiyor, ses dalgalarını taşıyanda nefes, nefeste ruha bağlı, o ruhta zaten kalbe yerleşmiş, dolayısıyla o ruh o kalpte oluşan tüm duyguları alıyor ve nefesiniz üzerinden çevrenize taşıyor ve aşılıyor. Gördüğünüz gibi kim neyi taşıyacaksa neyi yapacaksa, o şey kendisini kendisine uyumlu bir organın içinde buluyor. Örneğin; düşünceleriniz nefesin aksine, ses değilde elektromanyetik dalga içerdiği için bunları bakışlarınız ve baz istasyonu gibi bedenin tepesinde duran beyniniz çevreye yayıyor. Ses boyutunda olan duyguları nefesiniz, elektromanyetik boyutta olan düşüncelerinizide bakışlarınız, beyniniz çevreye iletiyor.
Beden dışında gerçekleşen olayları? Bedenimizin dışında geçekleşen olayları, örneğin fiziki eylemleriniz bunları güneş ışınları ve rüzgar taşıyor. Burada kim neyi taşıyor; güneş ışınları maddeyi görmemizi sağladığı için onlar o fiziki eylemi taşıyor. Rüzgar ise nefeste olduğu gibi duyguları taşıyor. Hangi duyguları; o maddeye sinmiş duyguları. Bunları nereye taşıyorlar; gayp alemine, kabir hayatına ve ahiret hayatına. Neden; bu hayatta ektiğinizin karşılığını almanız için. Nefes ve duyularınız eylemlerinize duygu ve düşünce katıyor, rüzgar ve güneş ışınlarıda o eylemlerinizi alıyor ve farklı bir boyutta rızık olarak karşınıza çıkarıyor.
Rüzgarların taşıyıcı ve aşılayıcı olduğunu bir önceki bölümde öğrendik, güneş ışınların böyle bir özelliği olduğunu nereden biliyoruz? Bunu nereden biliyoruz; Ayetlerden. Gölge ile ilgili Ayetlerde Rabbimiz bizlere bunu açıklıyor; "Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık" (Furkan Süresi; 45). Rabbimiz burada demek istiyorki, kameralar sizi kayıt altına nasıl alıyorsa, güneş ışınları ile bende sizi kayıt altına alıyorum, mahşer günüde bunları delil olarak size sunacağım diyor. Örneğin; kamera sistemlerin nasıl çalıştığına bakarsınız, ışığın cisime çarptığı, yansımasınında (gölge) kamera tarafından kayıt edildiğini görürsünüz. Ne muhteşem bir dine sahibiz değilmi, bundan 1500 yıl öncesi Rabbimiz kamera ve kayıt sistemin sırrını açıklamış. Göğe doğru akan bu kayıtlarda sadece bir film rulosu değil, aynı zamanda eylemlerinizin içeriğini içeriyor, o içerikte gayp aleminde, örneğin kabir hayatında sizin yaşam alanınız olacak.
Bu boyuttaki amellerimizle, boyut ötesi rızkımızı biz kendimiz belirliyoruz, öylemi? Aynen. O yüzden Rabbimiz amelleriniz sizi rehin aldı diyor. "Herkes kazandığına karşılık bir rehindir" (Müddessir Süresi; 38). Boyut farketmeksizin, diri veya ölü farketmeksizin, nereye gidersek gidelim, bu dünyada işlediğimiz amellerle yüzleşiyor, o amellerin rehini oluyoruz. Rehin ne demek; bir borca kaşrı birşeyi tutmak demektir. Burada ne tutuluyor; nefis. Nerede rehin tutuluyor; hangi konuda borçluysa, o ortamın içine atılıyor ve o borcu ödeyinceye kadar o mekanda tutuluyor. O mekanın içeriği nasıl belirleniyor; o günahı hangi ortamda işlediyse o ortam kendisine sunuluyor. Ne oluyor ona o mekanda; o mekanda işlediği günahın Allah katındaki karşılığı neyse kişi onunla karşılaşıyor. Örneğin; goy gıybetin karşılığı gıybetın yaptığınız o kişinin ölü etini yemek. Goy gıybetten rehin alınırsanız bilinki gıybet ettiğiniz kişinin ölü etini yiyeceksiniz, hemde kurtlanmış, çürümüz, her yeri irin almış halde. Ne zamana kadar bu mekanlarda rehin olarak kalıyoruz; o borcu kapatıncaya kadar. O borcu kapattığımız zaman ne oluyor; bir sonraki borç neyse onunla ilgili mekana atılıp, orada rehin tutuluyor ve orada sizlere o günahın karşılığı yaşatılıyor. O yüzden bizim size tavsiyemiz; bu hayatta olabildiği kadar az insanı incitin az kul hakkı yiyin, az günah işleyin, çünkü her birinden ayrı ayrı hesaba çekileceksiniz.
Biz nefesimizle hayat veriyoruz derken, o eylemimize duygu katıyoruz, öylemi? Sadece duygularınızı değil, aynı zamanda hayatta veriyorsunuz. Bir iş yaparken alıp verdiğiniz nefes, o işe ruhunuzu yani duygularınızı katıyor, ama aynı zamanda farklı bir boyuttada hayata gelmesini sağlıyor.
Farklı bir boyutta nasıl hayata gelmesini sağlıyor? O eyleminize nefesiniz bulaşıyor, o nefestede ruh var, o ruhta o şeyi başka bir diyarda canlandırabiliyor.
Farklı bir boyutta canlanması için o şeye nefesimizi vermemiz yetiyormu? Tabii ki değil. O şeye üflerken bunu canlandırma niyetine üflemeniz gerekiyor. Rabbimiz canlandırma niyetine bize ruhunu üfledi, sizde eğer birşeyi canlandırmak istiyorsanız o niyette üflemeniz gerekiyor.
Niyet yeterlimi? Tabii ki değil. O şeyi diriltmeden öncesi onu bir kağıda dökmeniz gerekiyor. Gök hakkında ne demiştik, gökte düzen nasıl işliyorsa, yeryüzünde de aynı kurallar geçerli. Örneğin; hayat bulan birşey rızıklandırılması gerek, rızkıda kim hesaplayıp dağıtıyor; levh-i mahfuz. Dolayısıyla birşey hayat bulmadan öncesi o ilk öncesi levh-i mahfuzda kayıt altına alınması gerekiyor. "Yerin onlardan neyi eksilttiğini bilmekteyiz; bizde her şeyi saklayan, korunan bir kitap (Levh-i Mahfuz) vardır" (Kaf Süresi; 4). "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır" (Hadid Süresi; 22). Örneğin kuran-ı kerim Allah tarafından kağıda alınmış bir Kitap. O kitabın bu hayatta hayat bulabilmesi için o da levh-i mahfuza eklenmesi gerekiyordu, nitekim eklendide. "Doğrusu sana vahyedilen bu Kitap, Levhi Mahfuz'da bulunan şanlı bir Kuran'dır" (Buruc Süresi; 21-22).
Rabbimiz yeryüzünü yaratmış ve bunu bir formül doğrultusunda yapmış, yeryüzüyle ilgili herşeyde o formüle uymak zorunda. Örneğin; cennet farklı bir formül üzerine var edilmiş, oraya çıktığımızda mesela farklı yasalarla karşılaşacağız. Yeryüzünde de birşeyi canlandırabilmek için onu kağıda dökmeniz, o kağıt levh-i mahfuza eklenmesi gerekiyor. İlahi kural bu; birşey kağıda döküldüğünde karakterse karakter, hikayese hikaye, mekansa mekan, o şeyi levh-i mahfuz alıyor ve farklı bir alemde var ediyor. "Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" (Fatiha Süresi; 2). Alemlerin Rabbi ilede Rabbimiz bunu kastediyor, kağıda döktüğünüz romanlarınızla çizgi dizilerinizle siz çok ama çok farlkı yaşam alanlarını hayal ettiniz, Rabbimizde bunların farklı farklı alemlerde canlanmasına müsaade etti. Kağıt altına aldığınız o sayfaların levh-i mahfuza eklenip farklı bir alemde hayat bulmasına izin verdi. O zaman kötü şeyleri yazıp çizenler, o kötü şeylerin canlanıp yaşanmasına sebep oluyor; aynen. O yüzden kalem süresi inmiş, o kalemle neyi yazıp çizdiğinize çok dikkat etmelisiniz. O canlanmaya sebep olanda nefesimiz öylemi; aynen. Siz tüm altyapıyı sağlıyorsunuz, kağıt, kalem, niyet, geriye sadece ruhu aşılamak kalıyor, bunuda nefesiniz yapıyor. Siz eserleri kaleme alırken, bir hayal dünyası içinde kaleme alıyorsunuz, o hayal dünyanızıda nefesiniz canlandırıyor, taşıyıcılarda bunları alıyor ve ait oldukları bir boyuta taşıyor.
Bu hayatta birşeyi canlandırabilirmiyiz? Bu hayatta da bu teknik olarak mümkün, yeterki bir canlıyı diriltmeyle ilgili kurallara uyun. Örneğin; bizim boyutta birşey dirilebilmesi için malzeme olarak kağıt ve kalem değil, toprak ve su karışımı gerekli. Örneğin; samiri metalden bir canlı var emeye çalıştı, bu da sadece hareket edemeyen bir varlığın ortaya çıkmasına sebep oldu, ötesi değil.
Çamurdan bir şekil yapsak ve ona üflesek, o zaman ona can verebilirmiyiz? Teknik olarak verebilirsiniz, ama kendi ruhunuzla değil. Size ait ruh bu boyutta farklı bir canlıya hayat verme kudretine sahip değil. Bizim boyutta eğer birisini canlandırmak istiyorsanız, o zaman ruhun kaynağına gitmeniz gerekiyor. Varmı yeryüzünde böyle bir kaynak; var, Ruhu'l Kudüs. Nitekim İsa as ve samiri, ikiside o kaynaktan faydalandı, o ne zaman yeryüzüne indiyse onun enerjisinden yararlanıp birilerini dirilttiler. Tabii ki birisi hak yoldan diğeri ise yasa dışı yoldan. "(Hz. Musa bu defa Sâmirî'ye dönerek) "Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir?" dedi." "Sâmirî: "Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin (Ruhul Kudüs) izinden bir avuç (toprak) aldım ve onu (erimiş mücevheratın içine) attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi" dedi" (Ta-Ha Süresi; 95-96). Ruhu'l Kudüs hz Musa'yı ziyarete gittiğinde, ayağının değdiği çorak toprağın mucizevi bir şekilde yeşerdiğini samiri görüyor ve o topraktan bir parça alıyor ve bunu saklıyor. Buzağı heykelin canlanmasına sebep olanda o oldu, Ruhul Kudüsün toprağa sinmiş enerjisi.
Not: insanlar Musa as'ı ziyaret eden elçinin Cebrail as olduğuna inanıyor, bilinki bu yanlış. Kutsal Kitabımız farklı kıssalarda canlanmadan bahsediyorsa, bir yerinde de buna sebep olanın kim olduğunu söylüyorsa, örneğin İsa as'la ilgili kıssalarda biz İsa'yı Ruhu'l Kudüsle destekledik diyorsa, bilinki diğer kıssalarda geçen canlanmanın kaynağıda aynı kişi, yani Ruhu'l Kudüs.
İsa as kuş yapıyor, o uçup gidiyor, samiri'de ise canlanıyor ama hareket edemiyor, neden? İsa as toprak ve su karışımı çamurdan figür yaparak yaratılışa uygun malzemeleri kullandı, ilahi düzene uyumlu hareket ettiği içinde o eser hayat bulup hareket edebildi, örneğin uçtu. "Onu İsrâiloğulları’na elçi olarak gönderecek ve o şöyle diyecek: “Kuşkuya yer yok, işte size rabbinizden bir mûcize ile geldim; size çamurdan kuş biçiminde bir şey yapar ona üflerim, Allah’ın izni ile derhal kuş oluverir; yine Allah’ın izniyle körü ve cüzzamlıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim; ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer inanan kimseler iseniz elbette bunda sizin için bir ibret vardır" (Al-i İmran Süresi; 49). Samiri ise toprak ve su kuralına uymadı, metal kullandığı için onun eseri canlandı ama hareket edemedi, dilsiz birisinin böğürmesi gibi sadece böğürdü. İkiside nihayetinde ama kendi ruhları ile bunu başarmadılar, Ruhu'l Kudüsün ruhunu kullandılar. Hani bazıları araştırıyor, İsa as ölüleri nasıl diriltti gibisine, işte bunun gizemi dua veya zikilerde değil, sırrı Ruhu'l Kudüste yatıyor. İsa as Ruhu'l Kudüsle desteklendi, bundan da İsa as istediği ve ihtiyaç duyduğu an yararlandı. Tüm bun canlanmalar ama nihayetinde nasıl gerçekleşti, bir nefesle.
Bölüm 4'de devamı gelecek...