kefaretle ilgili sık sorulan sorular bölüm 1
Kefaret nedir? Bir arınmadır. Neyin arınması? Günahlarımızın. Hangi günahlarımızın? Sizin veya atalarınızdan size seriyat eden günahların. O an hangisi için kefarete niyetleniyorsanız o günahtan arınıyorsunuz. Sadaka ile arınma şansımız varmı, bir çoğumuz ömürlerini sadaka vererek geçirdi? Hayır, arınma şansınız yok. Arınma dediğimiz hadise bir günahtan kurtulmak. Bir günahın omuzunuzdan dökülmesi içinde ortada ilk önce o günahla ilgili bir bilinç olması gerekiyor, sonrası üzüntü, sonrası pişmanlık, sonrası o günahı tekrar işlememe sözü, sonrası tövbe. Sadaka verdiğiniz zamanda tüm bu duyguları ve bilinci yaşamıyorsunuz. En basiti, sadaka verirken yıllardır borcunu ertelediği birisinin sergilediği mahcubiyeti, pişmanlığı, üzüntüyü, o boyun büküklüğünü yaşamıyorsunuz, tam aksi ego zirve yapmış, bir üstünlük edası ile hayrı yapıyor, üstüne o sadakanıza karşılık Allahtan bir hayr bekliyorsunuz. Sadaka ile kefaret arasındaki fark, birisi borcunu ödemek için verir, diğeri ise hayr kapmak için. Birisi kendisini kurtarmaya çalışır, diğeri ise dünyayı kurtardığını zanneder. Sadakaya öyle veya böyle nefis bulaşıyor, bu da kendi başına o sadakanın kefaret olarak kabul edilmemesi için yeterli bir neden oluyor.
Sadaka ve kefarete insanlar zıt duygular ve niyetler içinde yaklaşır, çok zıt yönlerden yaklaştığı içinde, birisinin doğurduğu sonuç diğeri ile aynı olmuyor. Örneğin; kefaret yapan kişi ilk önce o günahın varlığını öğreniyor, sonrası pişmanlık duyuyor, sonrası tövbe ediyor, sonrası kefaret sürecine giriyor ve tüm bunları veren el edasında, bir üstünlük edasında değil, yıllardır geciktirdiği bir borcu ödememe mahcubiyeti içinde yapıyor. Bir borçlu edasında olaya yaklaşıyor, borcumu kapatırsam belki hayatım bana iade edilir derdinde oluyor. Günahtan arınma ile ilgili tüm duyguları yaşadığı ve olaya doğru yaklaşımı sergilediği içinde Allah o kişinin kefaretini günahlarına kefaret olarak kabul ediyor. Sadaka ne yapıyor, o zaman? Sadakalar yaşayacağınız musibetleri hafifletir, daha az hasarla çıkmanıza sebep olur. Sadakalarınızın karşılığını günlük hayatınızda öyle veya böyle alırsınız, çünkü yapılan iyilikler Allah nezdinde karşılıksız bırakılmıyor. "Sabret! Kuşkusuz Allah, iyilerin iyiliklerini asla karşılıksız bırakmaz" (Hud Süresi; 115). İyilikler asla zayi olmuyor, mutlaka karşılığını buluyor. Kefaret ile sadaka arasındaki fark nedir diye soruyorsanız; sadaka olay anında sizi korur, kefaret ise o olayı tümüyle yaşamanıza engel olur. Sadaka yeryüzündeki olaylara müdahale eder, kefaret ise levh-i mahfuza müdahale eder. Yaşayacağınız kaza ve musibetleri ana kitaptan siler. Bu mümkünmü; mümkün. "Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır" (Ra'd Süresi; 39).
Matematik basit; Levhi-i mahfuz amellerimize göre rızkımızı belirliyor, bu hesapta da günahlarımız kötü rızıkların hesaplanmasına, sevaplarımızda güzel rızıkların hesaplanıp kaderimize yazılmasına sebep oluyor. Dolayısıyla günahlarımızı yeryüzünde siler, ortadan kaldırırsak, o günahlardan ötürü levh-i mahfuzda hesaplanıp kağıda dökülen kaz ve musibetleride silmiş, ortadan kaldırmış oluyoruz.
Kefareti yaptığımızda o günahtan tümüylemi arınıyoruz? Evet, tümüyle arınıyoruz. Tek sıkıntı, kime ne kadar borçlu olduğunuzu bilmiyorsunuz, yani o borçtan kurtulmak için ne kadar kefaret yapmanız gerektiğini bilmiyorsunuz. Çözüm? Elimizde güvenilir bir veri kaynağı var, o da sıkıntının kendisi. Sıkıntı ve borç bunlar birbirine paralel hareket eder, borç çoğaldıkça sıkıntı çoğalır, azaldıkçada sıkıntınız azalır. Sıkıntınıza bakın, buradan ne kadar borç kaldığını anlarsınız. Sıkıntınız tümüyle yok oluncaya kadarda kefaretlere devam edin. Günahtan bahsettiğimizde omuzunuzdaki bir borçtan, hakkını yediğiniz insanlara olan borcunuzdan bahsediyoruz. Kefaretlede bu borçları peyder pey kapatmaya çalışıyorsunuz. Kime ne kadar borçlu olduğumuzu bilmediğimiz içinde, kefaretlere bir yerden başlıyor, sıkıntılar gidinceye kadarda devam ediyoruz. O zaman süreç, günaha göre değişebilir. Aynen. Ne kadar büyük bir sıkıntınıza niyet ediyorsanız, süreç o kadar uzayabilir. Örneğin; çocuğunuz olmuyor ve bunun için kefaret yapmak istiyorsunuz. Şimdi; çocuktan mahrum bırakılıyorsanız, demek çocuk sevgisini hak etmeme günahı üzerinizde var, soyunuz kesilecek, demek üzerinizde soyunuzun devam etmemesiyle ilgili bir lanet var, 9 ay boyunca çocuğu bacaklarınız taşıyacak, demek o bacaklarda bir çocuğu taşımama cezası var, çocuğunuz sakat veya sorunlu doğacak, demek sakat bir çocuğu bir ömür bakmakla ilgili bir günah var, rahiminize bir canlıyı ağırlamak nasip olmuyor, demek rahiminiz üzerinde çok günah var, sütünüzlede bir çocuğu beslemek nasip olmuyorsa, demek haramla ilgili üzerinizde günahlar var. Ne yaptık şimdi; sorunun yumurtalığınızda olmadığını, boş yere tüp bebek peşinde koştuğunuzu, sorunun rahimde olduğunu, bacaklarda olduğunu, göğüste olduğunu, kalbinizde olduğunu, soyununuzda olduğunu tespit etmiş olduk. O zaman çocuk elde etmek için ilk önce ne yapmalıyız? Onca farklı günahı üzerimizden kaldırmalıyız. Bakınız, hak edilen bir nimeti Allah o kişiden esirgemez. Eğer bir nimet size inmiyorsa bilinki hak etmiyorsunuz, bilinki o konuyla ilgili siciliniz kabarık. Biz bir nimete baktığımızda o nimeti görüyoruz, Allah baktığında ise o nimetten nemalanacak kişileri görüyor, o nimetin sebep olacağı şeyleri görüyor. Mesela dede ve neneyi görüyor, onlar torun sevgisini hakediyormu buna bakıyor, sizin rahiminize, sütünüze ve kazancınıza bakıyor. Tüm bunlardan sıfır çektiğiniz zamanda, o nimet size bahşedilmiyor. Allah, atalarına ben o nimeti verdim ama onlar o nimeti çok suusitimal etti, bu sülale bu nimeti hak etmiyor diyor ve o ailenin elinden o nimeti alıyor. O nimeti tekrar elde etmek için ne yapmanız lazım, o zaman? Atalarınızın yanlışlarını telafi etmeniz lazım. Nasıl? Kefaret ve yaşantınızla. İlk önce yaşantınızla o rızkı hak ettiğinizi, atalarınız gibi olmadığınızı Allaha kanıtlayacaksınız.
Örneğin; çocuğunuz olmuyorsa, kardeşlerinizin komşularınızın çocuklarına bakacak, bol çocuk sevgisi göstereceksiniz. Sonrası kefaretlede o süreci destekleyeceksiniz. Yaşantı ile kefaret bir arada gider, arzu ettiğiniz nimetle yaşantınız mutlaka örtüşmesi gerekiyor. Kefareti yaşantınızla desteklemediğiniz müddet kefaretiniz kendi başına bir yere kadar sizi götürür, sonrası sizi bırakır, nihai hedefe kadar sizi taşımaz. Tüm bu süreç ne kadar sürer; bu, niyetlendiğiniz konuya bağlı. Kefaretini yaptığınız sıkıntı veya nimet ne kadar büyük ne kadar kişinin hayatını etkileyecekse, kefaretiniz o kadar uzun sürer. Ufak sıkıntılar daha hızlı kefaretle çözülür, büyük rızıklar ama daha uzun kefaret gerektirir. Uzun kavramını açarmısınız? Kefaret sürecini kendi mağduriyet pencerenizden okursanız, süreci yanlış yönetirsiniz, arınma sürecini mağdur ettiğiniz insanların gözünden okuyun. Örneğin bir ömür birisini mağdur ettiğinizi, o kişiye olan borcunuzuda bir kaç aylık kefaretle kapattığınızı varsayın, bu durumda mağdur edilen kişi isyan etmezmi? Eder; ben bir ömür çektim, o iki ayda kurtuldu, bu nasıl adalet diye isyan eder. Böyle isyanların önüne geçmek içinde Rabbimiz kurallarını baştan koymuş, herşey dengine göre karşılık bulacak demiş. Biz buna İslamın kıssas kuralı diyoruz; birisine ne yaşatıyorsanız sizde denginde cezalandırılıyorsunuz. "Bir kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür; ama kim bağışlar, düzeltme yolunu tutarsa onun mükâfatını Allah verir. Hiç şüphe yok ki O haksızlık edenleri sevmez." (Şura Süresi; 40). Örneğin; bazı insanlara öyle mağduriyetler yaşatmışızki o mağduriyet bir ömür sürmüş, örneğin mirasta mağdur edilmek veya bir ömür eşi tarafından zulme maruz kalmak. Üzerinizdeki bu ömürlük mağduriyet borçlarınıda bir aylık kefaretle kapanmasını beklemeyin. O zaman bir ömür kefaretmi yapmak zorundayız? Hayır, iyiliğin güzel tarafı bu, siz iyilik yaptığınızda Allah onu onla çarpıyor, on misli olarak size veriyor. "Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez" (En'am Süresi; 160). Siz bir kaç yıl samimi çaba gösterin, Rabbimiz onu onla çarpar ve siz bir anda 10-20 yıl kefaret yapmış gibi olursunuz. Sonrası Rabbimizin merhameti devreye girer, o da hesabın geri kalanını kapatır. Burada önemli olan; mağdur ettiğiniz kişiler ve Allah, daha iyi bir insan olmak için samimi bir çabayı, o günahtan ötürü duyduğunuz pişmanlığı, hatalarınızı düzeltmeye yönelik bir gayreti sizde görmesi gerekiyor. Bunları mağdur görürse, o zaman o samimi çaba ve pişmanlığınızın hatırına sizi bağışlayabilir. Allah görürse, o zaman bu kulum merhametimi hak ediyor deyip hesabınızı tümüyle kapatabilir. Kişi bizi bağışlamıyorsada, biz yine arınabilirmiyiz? Kesinlikle arınabiliriz. Arınmanın güzel tarafı bu, arınma başkalarına bağlı olan birşey değil, tümüyle kendinize bağlı birşey. En basiti atasal günahlar için yaptığınız kefaretler; siz hangi atanın kime ne yaptığını kimi mağdur ettiğini biliyormusunuz? Bilmiyorsunuz. Mağdur edilenden merhamet diliyormusunuz? Dilemiyorsunuz. Atasal yüklerle ilgili kefaret yaptığımızda biz ne mağdurları biliyoruz ne işlenen günahın içeriğini ne de affedilmek için onların onayını arıyoruz, biz doğrudan Allaha yöneliyor, sonrada Rabbimizin o kefareti kabul edip mağdura ve onun nesline diyet olarak ulaştırmasını ümid ediyoruz. Bu şekilde kabul olunuyormu? Oluyor. Bunu nereden biliyoruz; birincisi tecrübeden, bu şekilde kefaret yapanlar sıkıntılarından kurtuluyor ve ikincisi bunu Ayetlerden biliyoruz. Birisine bir yanlış yaptığımızda, mağdurdan bağımsız bizim yapmamız gerekeni, ödememiz gereken diyeti Rabbimiz Ayetler üzerinden bize aktarmış, fakirleri doyurmak veya oruç tutmak, bunu uygulayanda o yükten kurtuluyor. Ne kadar kurtuluyor? Tövbesindeki samimiyeti kadar.
Eğer bağışlanma mağdurlara bağlı olsaydı, o zaman bizlerin mesela atasal yüklerden kurtulma şansı olmazdı. O kişiler öldüğü veya atalar kimleri mağdur etti bu belirsiz olduğu için, onlarla helalleşme şansımız olmaz, bu da arkadan gelen nesillere yani bizlere çok büyük bir haksızlık olurdu. O yüzden, arınma gibi çok önemli süreçler başkalarından bağımsız gerçekleşir. Eğer arınmamız başkalarına bağlı olsaydı, onun ölümüyle arınma kapılarımızda kapanırdı, atasal günahlarda mağdurların kim olduğunu bilmediğimiz için atasal günahları kapatma şansımız olmazdı, aileleriyle yüzleştiğimiz zamanda onların kin ve nefret duyguları ile, yani şeytanları ile muhatap olur, onlarda kabul edilemez şartlar ve muameleyi biz gösterir, arınma çabamız imkansız hale gelirdi. O yüzden Rabbimiz arınmayı insanların arzu ve taleplerine değil, kendi taleplerine bağlı kılmış. O yüzden Rabbimiz Ayetlerinde insanların merhametinden değil, kendi merhametinden bahseder, insanların merhametine değil, kendi merhametine sığınmamızı ister. Birisi bizi bağışlamazsa, o hakkı onun onayı olmadan nasıl kapatabiliyoruz? Allah üzerinden kapatıyoruz. O kişinin onayı olmadan bu nasıl mümkün oluyor? Gerçek sahip Allah olduğu için mümkün oluyor. O kişinin canı, malı ve mülkü, bedeni herşey Allaha ait, o sadece o emanetlere sahiplenen birisi. Biz malın gerçek sahibi ile temasa geçiyor, durumumuzu aktarıyor ve onun kabul ettiği diyetleri ödüyoruz, fakirleri doyurmak ve oruç tutmak, bu samimi çaba ve niyetimiz oranda da Rabbimiz bizleri bağışlıyor. O yüzden Rabbimiz ben dilediğimi bağışlarım diyor. Bunu derkende şundan onay alırım, şunun onayı olmazsa bağışlamam demiyor. "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine ceza verir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir" (Fetih Süresi; 14). Bu mağdura haksızlık değil, arkasından bir iş yürütülmesi? Değil, çünkü malın asıl sahibi o değilki. Herşey Allaha ait, çocuklarınız dahil. Siz malın sahibinden daha fazla o mal üzerinde hak sahibi olamazsınız. Size bir emanet veriliyor ve siz o emaneti zarara uğratıyorsanız, o emanet kendinize aitmiş gibi davranma yerine, bu mal bana ait değil sahibi Allah, benden değil ondan af dilemeniz, ona diyet ödemeniz gerekiyor deyip kendinizi olabildiği kadar olayın dışında tutmanız gerekiyor. Buradan da insanların kendilerine verilen emanetlere ne kadar çok sahiplendiklerini siz çıkarın. Size verilen bir emanete zarar geldiğinde siz insanları Allaha yönlendirin, çünkü o malın sahibi Allah. Siz mağdur edeni Allaha yönlendirdiğinizde Allah bunun altında haşa kalırmı; kalmaz. Allahta mağdur edeni size geri gönderir. O kulum bu emanete güzel sahip çıktı, yıllarca baktı ve besledi, git ilk önce onun rızasını al der.
Siz alçak gönüllülük gösterip mağdur edeni Allaha yönlendirdiğinizde, Allah o alçakgönüllülüğün altında kalmaz, ikrama ikramla cevap verir. "Bir müminin diğer mümini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir. Bir mümini yanlışlıkla öldürenin, bir mümin köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise mümin bir köleyi azad etmek gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir millettense, ailesine diyet ödemek ve mümin bir köleyi azat etmek gerekir. Bulamayana, Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ard arda iki ay oruç tutmak gerekir. Allah bilendir. Hakim'dir" (Nisa Süresi; 92). Ne yapıyor Rabbimiz burada, mağdur edeni mağdura yönlendiriyor, ondan af dile, bağışlamazsa ona diyet öde diyor. Bir çok olayda da zaten bu böyle gerçekleşiyor. Örneğin; haberlerde duymuşsunuzdur, birisi kazara birisini öldürüyor, sonrası o kişi tutuklanıyor, ama sonrası davacılar şikayetten vazgeçiyor, çünkü kazaya sebep olan kişi avukatları üzerinden kendilerine bir diyet ödüyor, bir daire bir miktar para vs. Doğal süreç ve olması gerekende bu.
Fakat, ilahi düzen sadece olması gereken davranış biçimleri için yasalar indirmez, anormal durumlar içinde indirir, mesela kişi bağışlamıyor ve diyeti kabul etmiyorsa, ne olacak? Herkes doğal değil, herkes makul değil. Karşı taraf affetmeyi kabul etmiyorsa, makul olmayan taleplerde bulunuyorsa, bu durumda ne olmalı? İşte bu durumada Rabbimiz Ayetin devamında bir açıklık getiriyor, kişi sizi bağışlamıyorsa, diyet ödeme imkanınızda yoksa, o zaman bana sığının, benim kabul edebileceğim bir diyeti ödeyin, bu durumda oruç, ve unutmayın hakim olan benim, ben kararımı verdiğim zamanda bu herkesi bağlar, herkes bunu kabullenmek zorunda diyor. Gördüğünüz gibi, Allah bizleri insanların o kötü ve art niyetli ellerine, kalplerine, nefislerine bırakmamış, bilhassa arınma gibi, sonsuz saadetimizi etkileyen bir konuda. Nisa Süresi 92. Ayeti Kerime ilede konuyu çok güzel özetlemiş; kişiden af dile, affı kabul etmezse diyet öde, diyet ödeme şansın yoksa Allaha sığın ve Allahın kabul edeceği bir diyet öde ve unutma, burada hakim olan Allah, Allahın kararıda herkesi bağlar diyor. Arınma ile ilgili süreç ve sonuç tümüyle Allaha bağlı o zaman? Kesinlikle. Kefaret üzerinde elde ettiğimiz tecrübe ve verilerde de biz bunu gördük, arınmanıza Allahı ortak etmezseniz bu sürecin altından kendi başınıza kalkamıyorsunuz. Neden? Atalarımız birilerini mağdur ettiklerinde, o mağduriyet o kişilerde bir ömür sürmüş. Yani atalarımız bizlere onlarca ömürlük mağduriyeti miras olarak bırakmış. Bu detay niye önemli; bizde bir ömür var, omuzlarımızdaki borçlar ise onlarca ömrü kapsıyor. 7 ata anne tarafından, 7 ata baba tarafından, toplam 14 ata, bunların her biride hayatlarında 2 kişiye bir ömür zulmetse, alın size toplam 32 ömürlük borç. Üzerimizdeki borçlarla ilgili yaşadığımız çıkmaz bu; bizler bir ömrün kendi başına kapatamayacağı yüklere sahibiz. Ne olacak o zaman? O borçlar çocuklarımıza ve torunlarımıza seriyat edecek. Üzerimizde bir çok ömrün mağduriyeti olduğu için, kaderde bizden o kadar ömrü mağdur etmek isteyecek. Varmı bunun çözümü; sülalenizi bu arınma sürecine dahil edebilirsiniz, aileden ne kadar ömür bu işe kendisini adarsa, o kadar ömürlerin borcu kapanır. Ailenin diğer fertleri bu hayrlı işe yanaşmıyor, bunda nasibi yok diyelim, bu durumda ne yapmalıyız? Allaha sığınmalıyız. O yüzden kefaret sürecine mutlaka Allahı dahil etmeniz gerekiyor. Eyyub as bile kendi başına o yükün altından kalkamadı, sabret sabretti ama yinede sıkıntısı bir türlü son bulmak bilmedi ve sonunda o da o meşhur duasını yapıp Allahın merhametine sığınmak zorunda kaldı. "Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti" (Enbiya Süresi; 83). Allahın merhameti olmadan arınma şansınız yok. Allaha sığınmadan Allahla eşgüdümlü hareket etmeden, sadece kendinize güvenerek arınma yoluna çıkarsanız bilinki bu işin altından kalkamayacaksınız. Peygamberle kalkamamış, siz zaten kalkamayacaksınız. Biz atasal yüklerle mücadele ediyoruz, o zaman? Bunu ataların yüküyle mücadele etmek, taşımak veya çekmek olarak düşünmeyin, ortak günahlarımızın bize yansıması olarak düşünün. Hangi ortak günahlarımız? Bir önceki hayatımızda işlediğimiz günahlar. Bir önceki hayatta benzer günah işleyenleri Rabbimiz bu hayatta aynı sülalenin içine atmış (4 nesil), bizleri birer birer o günahlarla imtihan etme yerine, bizlere merhamet edip o günahları sülaleye dağıtmış, yükümüzü paylaştırmış ve bizlere; biriniz o günahla yüzleşir ve günahı bu sefer işlemez, imtihanı geçerse o zaman hepiniz için imtihan geçilmiş sayılacak, geçemezse hepiniz o imtihandan sınıfta kalmış olup, onun bedeli hepinizden sorulacak demiş. Bir önceki hayatı bir sınav gibi düşünün, orada hangi konuda sınıfta kaldıysanız, o konu bu hayatta tekrar önünüze servis ediliyor. Tek fark, bu sefer imtihan konuları 4 nesile paylaştırılmış.
Örneğin bizler bir öncek hayatta bin farklı günah işlediysek, Rabbimiz bizleri bu hayatta o bin günahtan ayrı ayrı imtihan etmek yerine, o bin günahı işleyen başkaları ile bizi bir araya getiriyor ve o bin günahı aramızda paylaştırıyor. Kim hangi günahı en ağır işlediyse o günahın ona yüklenme şartıyla. Bu da aslında bize sunulan çok bir nimet bir ikram. Atalarımız bu ikramı değerlendirebilmişmi? Maalesef hayır. O yüzdenmi günümüz insanların üzerinde çok yük var? Aynen. Günümüz insanın üzerinde bu kadar çok yük olmasının nedeni bu, atalar kendi üzerlerine düşen günahları kaldırmamış, tam aksi o günahla yüzleştiğinde şeytanlarına ve nefsine kanıp o günahları işlemişler. İşlediklerinde ne oluyor? O günahlar bizde de aktif oluyor. Bunu dominant ve rezessif gen gibide düşünebilirsiniz; bir günah tüm sülaleye dağıtılıyor, onunla imtihan edilecek kişide o günah dominant durumda, diğerlerinde ise resesif durumda. Kişi o günaha iştirak ettiği anda, diğerlerinde de o günahı aktif, yani dominant hale geliyor. 4 nesillik bir sülale 15 kişiden oluşur, siz ve 7 ata baba tarafından, 7 atada anne tarafından, toplam 15 kişi ve Rabbimiz bir önceki hayattan taşıdığınız günahları bu 15 kişiye paylaştırmış. Sizden önceki 14 kişi üzerine düşen görevi yapmadığı, tam aksi günahları aktif ettiği zamanda siz kendi yükünüz dışında birde onların yüküyle bu hayatta yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Bu da tabii ki hayatınızın kabus gibi geçmesine, hayatınızda hiçbir şeyin rast gitmemesine sebep oluyor. Atalarımız yük paylaşımında üzerlerine düşeni yapmamış, tüm yükü bize bindirmiş, bu haksızlık değilmi? Haksızlık değil, çünkü siz o günahları bir önceki hayatta işlemişsiniz. Öyle veya böyle siz zaten suçlusunuz. Fakat ortada bir haksızlık varsa, bu durumda da var, atalar üzerlerine düşen payı yerine getirmemiş, bu durumda siz o atalar üzerinde hak sahibi olabilirsiniz, örneğin ahiret hayatında günahlarınızı onlara yükleyebilirsiniz. Onların sebep olduğu sıkıntılarınıza karşılık günahlarınızı onlara yükleyebilirsiniz. Sizin bilmeniz gereken, ilahi düzende kimseye haksızlık edilmiyor. Zerre kadar hakkınız dahi yok olmuyor, bu dünya veya ahiret hayatı farketmez size iade ediliyor. "Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez" (Nisa Süresi; 40). Biz neden bu hayatta günahlarımızın bedelini ödüyoruz, günahlarımızın bedeli ahiret hayatında bizden alınmıyormu? Evet, alınıyor; bu hayatta işlediğiniz günahların bedelini bir sonraki hayatta ödeyeceksiniz. Hatta Rabbimiz bazı kulların günahlarını ahiret hayatına bırakmayabilir, bu hayattada o günahların yakılmasına müsaade edebilir, örneğin yaşlılarımızın son yıllarında hastalıklarla mücadele etmesi. Ortada ama bir hayat daha var, o da bir önceki hayat, orada yapılan yanlışlarda bir yerde ödenmesi gerek, o hayattaki yanlışlarımızda bizden bu hayatta çıkıyor. Kural basit, bir önceki hayat bir sonraki hayatın içeriğini belirler. Bu hayatta işlediğiniz günah veya sevaplarla bir sonraki hayatınızın içeriğini belirliyorsunuz, bir önceki hayatta işlediğiniz iyilik ve kötülüklerlede bu hayatın içeriğini belirlediniz. Bu hayatta yaşadığımız sıkıntılar bu hayat kaynaklımı, yoksa bir önceki hayat kaynaklımı bunu nasıl anlarız? Ataların hayatına bakarak anlarsınız, atalardan geliyorsa o zaman sıkıntınız bir önceki hayat kaynaklı, gelmiyorsa bu hayattan kaynaklı. Atalardan gelip gelmediğini nasıl anlarız? Kuzen veya akrabalarda benzer sıkıntılar varmı, atalarınız benzer sorunlar yaşamışmı buna bakarak anlarsınız. Atalarımız bir önceki hayatta işlediğimiz günahların taşıyıcıları, genlerimiz gibi o günahları bize aktaran halkalar. Günah atalardan geliyorsa bilinki bir önceki hayattan geliyor. Bir de tabiiki kişinin yaşına ve yaşantısına bakarak bunu anlarsınız. Eğer kişinin amel defteri henüz açık değilse, örneğin çocuklar veya açık ama kişi kötülük içeren bir hayat içinde değilse, o zaman onun yaşadığı sıkıntıların bir önceki hayat kaynaklı olduğunu varsayabilirsiniz. Atalar veya siz farketmez ama, başınıza gelen tüm sıktıntıların kaynağı nihayetinde sizsiniz, bir önceki hayatınızda işlemiş olduğunuz amellerle. O yüzden Rabbimiz başına ne geliyorsa kendi elinle işlediklerinden ötürü geliyor diyor; "Başınıza gelen herhangi bir musibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. O, yine de çoğunu affeder" (Şura Süresi; 30). Örneğin bu Ayette bir yaş ayrımı yapılıyormu; yapılmıyor, yenidoğan veya yaşlı farketmez, kimin başına ne geliyorsa buna kendi eliyle sebep oldu deniliyor. O zaman soru şu; çocuklarımızın başına gelenler kendi elleriyle işledikleri günahlardan ötürü geliyorsa, o zaman bunlar o günahları nerede kaptı? Bu dünyada kapmış olamazlar, çünkü bu dünyada amel defterleri henüz açık değil. İşte buradan da bir önceki hayatın varlığını siz çıkarın. Ayetler rehberliğinde basit sorular sora sora doğrulara nasıl ulaştığımızı görüyormusunuz? Çocukların günahkar doğduğu hristiyanlık inancına girmiyormu? Allah nezdinde din birdir, o da İslam. İncilde İslamın bir parçası, Allahın indirdiği Kitaplardan birisi. Bu kutsal kitabıda insanların tahrif etmiş olması, içerdiği tüm bilgilerin tahrif edildiği anlamına gelmez. Hangi bilgiler tahrif edilmiş hangileri değil, bunu nasıl anlarız? Kur'an-ı Kerimle. Kur'an-ı Kerim nedir diye soruyorsanız, Kur'an-ı Kerim bir düzeltme metinidir, tahrif edilmiş bilgileri düzelten kutsal bir metin. Örneğin; hristiyanlık çocukları günahkar olarak tanımlıyorsa, Kur'an-ı Kerimde yaş ayrımı yapmaksızın birisinin başına gelenler kendi eliyle işlediği yanlışlardan ötürü geliyor diyorsa, o zaman bilinki çocuklar günahkar doğuyor. 'Ki olması gerekende zaten bu, çünkü bu hayat bir önceki hayatın devamı. Bir önceki hayatta işlenen günahların cezasının kesildiği yer. Günahkar doğmamız değil, günahsız doğmamız anormal olurdu. Peygamberimiz sav bile bir yükle doğduysa, bilinki biz sıradan beşerler haydi hadi doğarız. "Sırtını büken yükünü üzerinden almadık mı?" (İnşirah Süresi; 2-3). Örneğin; peygamberimiz sav kendi yaşantısında tertemizdi, o zaman bu yük nereden geldi? İşte buradan da bir önceki hayatı siz çıkarın.
Bakınız; hayatla ilgili tüm hikaye nasıl başlıyor? Kirlenmekle, kirlenmeden ötürü yeryüzüne itilmekle başlıyor. Biz kirli olduğumuz için yeryüzüne itilmişiz, gökteki başlangıç hikayemiz bize bunu anlatıyor. Gökte geçen bu başlangıç hikayesine iman ettiğiniz anda, temiz doğma inancını kabul edemezsiniz. Bir yandan kirlendiğiniz için yeryüzüne itildiğinize inanıp, diğer yandan da tertemiz doğduğunuza inanamazsınız. Eğer inanıyorsanız, o zaman gidin ve kendinize başka bir başlangıç hikayesi bulun, gökte kimsenin kirlenmediği, herkesin tertemiz kaldığı bir hikaye. Yoksa siz sadece hz Adem ve Hava'nın kirlendiğini, onlardan gelen nesillerin tertemiz olduğunamı inanıyorsunuz? Eğer inanıyorsanız, günaydın sizlere, onlar gökte tüm insanlığı temsilen oradaydılar. Orada yaşadıkları herşeyi bizler bir önceki hayatta onaylamış ve yaşamışız. Aksi takdirde iki kirli insan yüzünden tüm insanlar yeryüzüne itilip cezalandırılmazdı. Onlar kirli, biz temiz kalsaydık, o zaman yeryüzünde işimiz olmaz, ya gökte melekler arasında yaşardık, ya da hz Meryem gibi bizlere gökten rızık iner, yeryüzünün kiri bizlere bulaştırılmazdı. Bu kirlilik peygamberler içinde geçerlimi? Geçerli. Bu hayatta gözünü açan herkes az veya çok bir önceki hayatta kendisini kirletmiş. "De ki: "Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik" (isra Süresi; 95). İnsanoğlu kirlendiği için yeryüzüne itildi, peygamberlerde birer insan olduğuna göre, demek onlarda bu kirden paylarını aldı. Ne kadar pay aldılar? Başımıza gelen sıkıntıları omuzumuzdaki yükler belirliyor, dolayısıyla peygamberlerin özel hayatlarında yaşadıkları sıkıntılara bakın, oradan ne kadar yük aldıklarını çıkarırsınız. Onlar çok elit insanlardı bunda hiç şüpheniz olmasın, ama yinede ufak tefek kusurları vardı.
"De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” (Fussilet Süresi; 6). Bu Ayet bizlere peygamberlerin bizler gibi birer insan olduğunu söylüyor. İnsanıda Allah nasıl tanımlıyor; bir Ayetinde nankör, başka bir Ayetinde aceleci, başka bir Ayetinde cahil, başka bir Ayetinde de zalim olarak tanımlıyor. Peygamberlerde bizim gibi insan olduğuna göre, tüm bu kusurların az veya çok peygamberlerde de olduğunu varsaymalı ve onları kusursuz, noksansız makama oturtmamalısınız. Bir önceki hayatta bunlar Allahı hoşnut eden çok güzel bir hayat yaşadılar ise, neden bu hayatta yeniden imtihana sokuldular? Araftakiler ve üzerlerindeki o ufak tefek günahları dökmek için. Bir önceki hayat sonrası Rabbimiz cennet ve cehennemlikleri belirlemiş. O yüzden birileri sadece kötülükle meşgul. Bir önceki hayatta ama yeri belli olmayan büyük bir zümrede ortaya çıkmış, araftakiler. Onların yerini belli etmek içinde Rabbimiz cennet ve cehennemlikleri yeniden yeryüzünde sahaya sürmüş. Neden? İnsanoğlu bir seçim yapabilmesi için iyilikte görünür olması gerekiyor kötülükte. Cennet ve cehennemlikleri yeniden yeryüzüne indirilmesinin nedeni o iyiliği ve kötülüğü görünür kılıp araftakilere bir seçim sunmak için. Allahu Teala yeryüzünü iki kutuba ayırıyor, sağdakiler ve soldakiler, sonrada araftakilere tercihinizi yapın, bir önceki hayatta olduğu gibi ortaya oynamayın, ya orası ya burası diyor. Bir önceki hayatta az veya çok kirlendiler ve bu kirleri bu hayata taşıdılarsa, o zaman bu hayatta nasıl peygamber olabildiler? Birincisi tertemiz insan diye birşey yok. Eğer olsaydı o zaman o kişi insan olarak değil, melek olarak yaratılırdı. Yeryüzünün mikroplarla dolu havasından, suyundan, toprağından ve rızıklarından beslenmez, tertemiz rızıklarla gökten beslenirdi. O yüzden, yeryüzünde tertemiz bir insan diye birşey yok, az günahkar çok günahkar insan var. Peygamberlerde az günahkar insanlar sınıfına giriyor. İkincisi, bu hayatınızın içeriğini bir önceki hayatınızdaki temizlik değil, bir önceki hayatınızdaki amelleriniz belirliyor. Rızık= fiziki ameller, bunu artık çok iyi anlamanız gerekiyor. Bu hayatta da birilerine Allahın emirlerini anlatmak, insanları cehennemle uyarmak, cennetle müjdelemek nasip oluyorsa, demekki bu insanlar bir önceki hayatlarında da bu amelleri işlediler. O dönem insanlar kötülük peşinde koşarken demek bu güzel insanlar onları hidayete erdirmek için çabaladılar.
Onlar o dönem tertemiz oldukları için değil, peygamberlik vasıflarını o dönem sergiledikleri için bu hayatta peygamberlik makamı ile ödüllendirildiler. Bir önceki hayatta en çok guruba hitap eden en çok çabalayanda, bu hayatta en çok guruba hitap eden peygamber olmuş. Örneğin peygamberimiz sav. Sizin burada bilmeniz gereken, herşey hak edişle ilgili, kimseye öylesine birşey verilmiyor veya yaşatılmıyor, peygamberlik, iyilik veya kötülük farketmez, ne yaşıyor ne elde ediyorsanız o şeyi kendi elinizle kendinize getiriyorsunuz. Bir önceki hayatımız reenkarnasyon inancına girmiyormu? Girmiyor. Reenkarnasyon sürekli dönen bir yaşam ve ölüm döngüsünden bahseder, İslam dini ise yaşamı 3; bir önceki hayat, bu hayat ve ahiret hayatı olarak üç yaşamla, ölümüde ikiyle sınırlandırmış; bir önceki hayatta yaşadığımız ölüm ve bu hayatta yaşayacağımız ölüm. "Diyecekler ki: "Ey Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün, iki kere de dirilttin, şimdi günahlarımızı anladık; acaba çıkmanın bir yolu var mı?" (Mümin Süresi; 11). İki ölümle burada bir önceki hayatta ve bu hayattaki ölüm kastediliyor, iki defa diriltme ilede bu hayattaki diriltme ve ahiret hayatındaki diriltme kastediliyor. Biz üç defa yaşadıysak üç defa diriltilmiş olmalı değilmiyiz diyorsanız; değiliz, çünkü biz ilk hayatımızda diriltilmedik, biz yaratıldık. Bu Ayette diriltme kelimesi, öldürdün kelimesi sonrası geliyor, yani öldürüldükten sonraki diriltmeleri kastediyor.
Rabbimiz bizi yoktan var ettikten sonrası yeryüzüne salıyor, sonrası orada bizi öldürüyor (1. ölüm), sonrası bizi bu hayatta diriltiyor (1. dirilme), sonrası bizi bu hayatta tekrar öldürüyor (2. ölüm), sonrası bizi ahiret hayatında yeniden diriltecek (2. dirilme). Neden bir önceki hayat vardı, neden doğrudan bu hayata adım atmadık? Bu hayatımızın içeriğini belirlemek için bir önceki hayat varedilmiş. Hangi millet, hangi ırk, hangi aile, hangi yüzyıl, hangi iklim vs bunları belirlemek için Rabbimiz bizleri bir önceki hayatta yeryüzüne salmış, oradaki yaşantımız, amellerimiz doğrultusunda da bu hayatın içeriğini belirlemiş. Ahiret hayatında sorguya çekildiğinizde günahlarınıza bahane aramamanız, örneğin Rabbim bana ilgili bir baba verseydin veya Rabbim bana mal ve mülk, imkanlar verseydin bende bol hayr ve sadaka yapardım veya Rabbim sen şuna güzel bir aile nasip ettin, bana ise zulmeden bir aile, bana haksızlık ettin dememeniz için, Rabbimiz imtihan edileceğiniz ortamı kendinizin belirlemesini istemiş. Anne ve baba, kardeşleriniz, komşularınız, sınıf arkadaşlarınız, mahalledeki komuşlarınız, size ne kadar güneş ne kadar kar ve yağmur isabet edecek, kısacası kaderinizin her zerresini siz kendiniz belirlediniz.
O yüzden Rabbimiz farklı Ayetlerde israrla, bana bakmayın, başınıza ne geldiyse geliyorsa buna siz kendiniz sebep oldunuz diyor. "Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler" (Yunus Süresi; 44). Cinsiyetimizi nasıl belirledik? Cinsiyetinizi belirleme hakkını Rabbim bizlere bahşetmemiş. Bu haksızlık değilmi? Değil, çünkü Allahu Teala baştan itibaren insandan çift yaratmış, bir erkek ve bir de kadın versiyonunu ve baştan itibaren iki alem yaratmış, birisi içinde yaşadığımız bu evren, diğeride karşıt cinslerimizin yaşadığı paralel evren. Siz şuanki cinsiyetinizden ibaret olmadığınız, paralel bir evrende karşıt bir cinsiniz daha olduğu içinde, cinsiyetiniz üzerinden mağduriyet oynama şansınız yok. O yüzden Rabbimiz herşeyi çift yarattım diyor. "İbret alasınız diye her şeyi çift çift yaratmışızdır" (Zariyat Süresi; 49). Neden? En basiti ahiret hayatında sizlerin ortaya atacağı bahanelerin önüne geçmek için, Rabbim beni erkek olarak yaratsaydın ben bu duruma düşmezdim bahaneleri var ya, işte o bahanelerin önüne geçmek için. Örneğin siz o bahane ile geldiğinizde, Rabbimiz paralel evrendeki karşıt cinsinizi size gösterecek ve bak, erkek olsaydında sen bu duruma düşecektin diyecek.
Sadece bundan ötürümü karşıt cinslerimiz var edilmiş; tabii ki değil, Rabbimiz bu yaşam döngüsünde her nefsin o iki duyguyu yaşasın istemiş, erkek ve kadın olma duygusunu. Erkek olmakta Allah nezdinde bir ayrıcalık kadın olmakta, Allahta her nefsin bu yaşam döngüsünde bu iki duyguyu yaşayıp tecrübe etsin istemiş. Bu iki duygu birbirine karışmaması içinde, eşcinsellerde olduğu gibi, baştan itibaren iki evren yaratmış ve baştan karşıt cinsimizi olabildiği kadar bizden uzaklaştırmış. Umarız bu yazı vesilesiyle bu konu hakkında da bazı sorularınıza cevap getirebilmişizdir. Dahası bizleri ve konumuzu aşar. Bir önceki hayat gibi, paralel evrende kendi başına bir gizem. Dolayısıyla bu alemlerin ve konuların daha derinine girmemek gerekiyor. İlahi düzende kimseye haksızlık edilmediği, sadece bir konuda bir mağduriyetinizi gidermek için ayrı bir evrenin dahi yaratıldığını, Rabbimizin bu kadar ince düşünceli olduğunu bilmeniz açısından bu temel bilgilere sahip olmanız önemli, bu sayede Allahın adaletini asla sorguya açmazsınız, bunun ötesinde ama bu konuların detaylarına girmemek gerekiyor. Neden? Biz gözle gördüklerimizden sorumluyuz, görmediklerimizden değil. Ayetlerin verdiği ipuçlarıylada biz bir yere kadar birşeyleri görebiliriz, ötesini değil.
Ayetler bizlere ışık tutar, önümüzü aydınlatır, bizde o ışığın aydınlattığı yere kadar gider ve görürüz. Bazılarımıza biraz daha uzun mesafeye ışık tutar, bazılarımızada hiç tutmaz. Tutmadığı noktadan ötesinede gitmemek gerekiyor. Ötesi ismi üzerinde karanlık, o karanlığa daldığınız zamanda şeytanların yaşam alanına giriyorsunuz, orada da onlar bizlere ışık tutmaya başlıyor ve ortaya hurafeler ve saçmalıklar çıkıyor. O yüzden sizlere sürekli, bilgilerinizi Ayetlere dayandırın, Ayetlerin rehberliğinde analizlerinizi beyin fırtınalarınızı yapın, Ayetlerle teyit edemediğiniz konularada girmeyin diyoruz.
Devamı 2. Bölümde...