kefaretle ilgili sık sorulan sorular bölüm 2
Bölüm 2
Günahlarımız bizi nasıl etkiliyor? Günahlarımız bizleri rehin alıyor. Hangi uzuvla, organla günah işliyorsanız, o organ veya uzuv o günaha karşılık rehin alınıyor. Kimin hangi malına, hangi beden parçacığına zarar verdiyseniz, o parçacıklar sizde de rehin alınıyor. Sizde yoksa, sizden sonraki nesilleriniz o nimetleri elde ettiğinde, o nimetlere el konuluyor. O yüzden Rabbimiz, insan kazandığı şeyin rehinidir diyor; "Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir" (Müddessir Süresi; 38).
Bu rehin alma bizi nasıl etkiliyor? Birisinin hakkını yediğinizde Allah kişiye hakkını iade etmenizi bekliyor. Etmediğiniz zaman, aleyhinize bir kamu davası açılıyor ve rızkınızı hesaplayan levh-i mahfuz alacaklılar adına verdiğiniz zarar kadar üzerinize bir haciz koyuyor. Neye haciz konulacağını nasıl belirliyor? Kıssas kuralına göre belirliyor; "Bir kötülüğün karşılığı, onun denginde kötülüktür (ona denk bir cezadır). Ama kim affeder ve arayı düzeltirse, onun mükafatı Allah'a aittir. Şüphesiz O, zalimleri sevmez" (Şura Süresi; 40). Siz başkasında ne tür bir hasara sebep olduysanız, hangi malına veya beden parçasına zarar verdiyseniz o mal ve beden parçacığı sizde rehin alınıyor. Rehin alındıktan sonrası ne oluyor? O borcu gönüllü kapatmanız için levh-i mahfuz size uyarı mektupları gönderiyor, örneğin size hafif bir kaza yaşatıyor veya sürekli hayra muhtaç insanları ayağınıza gönderiyor. Tüm bu uyarıları görmezden geldiğinizde ne oluyor? İnfaz süreci başlıyor. O borç zorla sizden tahsil ediliyor. Nasıl ediliyor? Rehin alınan eşya üzerine musibetler peyder pey inerek. Örneğin; şeker hastalığına yakalanıyorsunuz, kanser olduğunuzu öğreniyorsunuz veya ölümcül bir kaza yaşıyorsunuz vs.
İnfaz süreci ne kadar sürüyor? Kişiye yaşattığınız mağduriyet kadar. Çoğu zaman bir ömür.
Kefaret ne yapıyor? Rehin olarak alınan beden parçalarınızı, malınızı, canınızı ve çocuklarınızı özgürlüğe kavuşturuyor, o infaz sürecinden sizi kurtarıyor. Siz ve atalarınız az veya çok birilerin hakkını yedi, dolayısıyla birilerine borçlandı, levh-i mahfuzda alacaklar adına size bir kamu davası açıyor ve sizi bu konuda bir kaç yıl uyarıyor. Bir borcunuz var, lütfen borcunuzu kapatın uyarısı. Bu noktada sizin anlamanız gereken, uyarı olmadan infaz başlamıyor. Buradan da Allahın merhametini siz çıkarın. Uyarıları dikkate alır ve bol hayr, sadaka yaparsanız ne olur? Sadaka ve hayrlar kefaret olarak kabul edilmediği için haciz kalkmaz, fakat size yaşatılacak olan sıkıntıların oranı azalır. Uyarıları dinlemezseniz ne olur? Levh-i mahfuz haciz memurlarını (kötü insanlar, hastalıklar ve musibetler) size musallat eder, onlarda hayatınızı zindana çevirir. Neden zindan; çünkü infaz süreci aktif olarak başladı. O andan itibaren kader laylaylom bir hayat yaşamanıza müsaade etmez. Yeryüzü kurallarında infaza giren birisi nasıl zindana atılıyorsa, kaderde sizi o duruma düşürür. O infaz süreci başladığı zamanda, o borç kapanmadan o infaz sona ermez.
Bizim yaşadığımız sıkıntılar o borcu nasıl kapatıyor? Cehennem nasıl kapatıyorsa o şekilde kapatıyor, acı çekerek o günahı yakıyor ve kapatıyorsunuz. Örneğin; o günahı hangi beden parçanıza bulaştırdıysanız oraya bir musibet iniyor, o parça acı çektikçede o günah yanıyor, o günah yandıkçada o beden parçacığı üzerindeki borç azalıyor, azaldıkçada o beden parçacığınız rehin olmaktan kurtuluyor, özgürlüğe kavuşuyor.
Bizim sıkıntı yaşamamızın alacaklarımıza faydası ne? İlahi adaleti görmeleri açısından önemli. Kendilerine yapılan bir yanlışa Allah nezdinde kayıtsız kalınmadığı, anında bir kamu davası açıldığını bilmeleri açısından önemli. Bu sayede kimse ilahi düzene isyan etmez, hakkının yenildiği inancına kapılmaz. Caydırıcılık anlamında da önemli, kişi yaptığının yanına kar kalmayacağını, aynı acının kendisine veya nesillerinede yaşatılacağını bilmesi önemli. Bu sayede birisi bir kötülük yapmadan öncesi bin düşünür. Mağdurlar bundan nasıl nemalanıyor? Birisine bir kötülük yaptığınızda iki şey gerçekleşiyor, o kişiye yaşattığınız sıkıntı, diğeri ise amel defterinize yazılan günah. Bu ikisinin bedeli ayrı ayrı kişiden tahsil ediliyor. Yazılan günah acı çekerek ödeniyor. Kişiye uğrattığımız mağduriyette madde aleminde bizden çıkıyor. Örneğin; o kişiyi hangi nimetten mahrum bıraktıysanız, mutluluksa mutluluk, huzursa huzur, malsa mal, o nimet sizden alınıp o kişiye veriliyor. Örneğin; bizler bir çok nimetten mahrum bırakıldıysak, o nimet bizden alınıp mağdur ettiklerimize verildiği için o nimetten mahrumuz. Çektiğimiz acılardan o kişi nasıl nemalanıyor? Biz acı çektikçe o günahı yakıyoruz, o yanmadan doğan enerjide, örneğin bedenimizin kalorileri yakıp ortaya hücrelerin kullanabileceği bir enerjinin ortaya çıkması, o enerjide gıda olarak mağdur ettiklerimizin ruhuna gidiyor ve onları besliyor.
O zaman zorla borçlarımız bizden tahsil edilmektense, gönüllü olarak bunu ödemeliyiz, bizim ve atalarımızın günah yüküne görede kefaretleri hayatımızın kalıcı bir parçası haline getirmeliyiz? Aynen. Bu dünyada hukuktan kaçabilirsiniz, ama ilahi düzende kaçış yok. Birisine bir yanlış yaptığınız an, mağdur adına kamu davası açılıyor ve hangi konuda ve neyinizle kişiyi mağdur ettiyseniz tüm bunlar levh-i mahfuzun eline rehin olarak düşüyor, sonrada peyderpey rehin aldığı eşyalara arka arkaya musibetleri indirmeye başlıyor. Bu infaz süreci başladığı anda bu süreci zikirle, yasin-i şerifi okuyarak veya binlerce ayetel kürsi çekerek durduramıyorsunuz. Neden durduramıyoruz; çünkü Allah manevi bir borca karşı ödeme olarak bir köleyi azad etmeyi, buna imkanı olmayanlarında fakirleri doyurmasını veya oruç tutmasını emrediyor, bunun dışında diyet kabul etmiyor.
Etmediğini nereden biliyoruz? Ayetlerden biliyoruz. Günah işlediğimizde o günahtan kurtulmak için neler yapmamız gerektiğini Rabbimiz Ayetlerle bize aktarmış. Hangileri bunlar; köle azad etmek, buna imkanı olmayanın da fakirleri doyurması ya da oruç tutması. ".. Aranızdan hastalanan veya başında bir rahatsızlığı bulunduğu için vaktinden önce tıraş olma zorunda kalanlar ise fidye olarak ya oruç tutsun ya sadaka versin veya kurban kessin..." (Bakara Süresi; 196). "Allah kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun kefâreti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisiyle on fakiri bir gün sabah akşam doyurmak veya giydiğiniz orta hallisiyle onları giydirmek yahut bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Buna gücü yetmeyen üç gün oruç tutmalıdır..." (Maide Süresi; 89).
"Ey iman edenler! İhramlı iken av hayvanlarını öldürmeyin. İçinizde kim bu halde iken kasten bir hayvanı öldürürse, yaptığı işin vebâlini tatması için verilecek ceza şudur: Ya içinizden iki âdil kimsenin kararıyla öldürdüğü ava eş değerdeki bir hayvanı Kâbe’ye ulaştırarak kurban etmek veya kefâret olarak fakirleri doyurmak yahut ona denk gelecek şekilde oruç tutmaktır..." (Maide Süresi; 95). "Kim (köle azat etme imkânı) bulamazsa, eşine dokunmadan önce ard arda iki ay oruç tutmalıdır. Kimin de buna gücü yetmezse altmış fakiri doyurmalıdır..." (Mücadele Süresi; 4). Kur'an-ı Kerimi incelediğinizde, birisi bir yanlış yaptığında, eliyle ya da diliyle farketmez, Rabbimiz her defasında diyet olarak oruç tutmayı ya da fakirleri doyurmayı emrediyor. Şu kadar Kur'an-ı Kerim okuyun veya bir kelimeyi bir duayı şu kadar tekrarlayın demiyor, sadece iki ibadete yönlendiriyor. Ayetleri kendisine rehber alan bizlerde sizlere o iki ibadeti tavsiye ediyoruz; bir günahınızı ortadan kaldırmak istiyorsanız, o günaha kefaret olarak ya oruç tutun ya da fakirleri doyurun.
Bir çok insan sıkıntılarını gidermek veya birşey elde etmek için tılsımlara, zikirlere sarılıyor, o zaman bunlar hurafe? Aynen. Hatta hurafe ötesi çok büyük günah. Neden? Uygulamaları sihir enerjisi ortaya çıkardığı için. Bunun kötü tarafı ne? Sihir büyük bir günah. Bu sihirle ne yapıyorlar? Şeytanlar o sihri alıyor ve o kişinin göbek deliğinde bir örümcek ağı örüyor. O örümcek ağı ne yapıyor? Levh-i mahfuz insanı göbek deliği üzerinden rızıklandırır, anne rahmin devam olarak, göbek deliğine örülü o ağda istenmeyen rızıkları filtreliyor. Ortaya çıkardıkları sihir başka ne yapıyor? İnsanlar sadece hüzün, mutsuzluk gibi belirli rızıklardan uzak durmak istemiyor, aynı zamanda ev, mal gibi belirli şeyleri istiyor. Ortaya çıkardıkları sihirlede bunlar aynı zamanda bunları elde etmeye çalışıyor. Sihirle bunları nasıl elde ediyorlar? O şeytanlar bu sefer o sihir enerjisi ile bu insanların çevresindeki insanları ve eşyaları manipüle etmeye başlıyor ve o kişilerin rızkını bunlara yönlendiriyor. Bu tür uygulamaların sırrı kelimelerin tekrarında yatıyor, neden bunu hiç merak etmedinizmi? Nedeni, ne kadar fazla bir kelime veya cümleyi tekrarlarsanız, o kadar o şeytanların kullanabileceği sihir enerjisini ortaya çıkarmış oluyorsunuz. O sihir enerjisiylede şeytanlar yeryüzündeki rızık hattını hackliyor (korsan) ve hak etmediğiniz rızıkları sizi yönlendiriyor veya sizden uzak tutuyor. Bu insanlar hak etmedikleri bir rızkı almak için, başka birisini bir ömür bir nimetten mahrum bırakıyor. Kim ne rızkını alacak, ne kadar alacak bunları belirlemeye çalışarak yeryüzünde tanrıcılık oynuyor.
Yapılan tüm bu kötülükleride Allah affedermi? Etmiyor, bu işlere girişen insanlara bir bakın, dua ve zikirle nimet elde etmeye çalışanların akıbeti her zaman kötü oluyor. Örneğin; sihir yapanlar göbek deliği üzerinden rızıkları manipüle ettiği için bu insanların göbekleri şiş olur. Bu işe bulaşanların hayatları her zaman daha kaotik bir hal alıyor. Bulaştıkça batıyorlar, o bataklıktan kurtulmak için yine bu işe sarılıyorlar derken, tümüyle çökünceye kadar bu döngüden kurtulamıyorlar. Allahu Teala rızkı elde etmenin yollarını belirlemiş, fiziki amel demiş, sizin rızkınız 4 neslin ortalamasına göre hesaplanıyor demiş, tüm bunları yok sayarakta siz eğer oturduğunuz yerden kendi başınıza, 4 nesil kuralını yok sayarak, bir önceki hayatı yok sayarak, hayatı bu hayattan ve kendinizden ibaret sayarak rızkınızı belirlemeye çalışırsanız bunun sizin adınıza hayrla sonuçlanmayacağı aşikar. Bu tür baatıl uygulamaları tavsiye edenler rızık gökte nasıl hesaplanıyor, rızık döngüsü nasıl işliyor tüm bunları bilmiyor, rızık nasıl hesaplanıyor nasıl size iniyor tüm bunları bilmeyenlerden de rızık nasıl elde edilir öğretilerini lütfen almayın. Örneğin bir konuda bir sıkıntı size isabet ettiğinde, o konuyla ilgili size isabet etmesi gereken sıkıntılar arasında en hafifi size isabet eder. Allah kuluna merhamet eder ve en hafif sıkıntıyla o infaz sürecini atlatmasını ister. Siz sihirle o infazdan kaçmaya çalıştığınız zaman ama, icra memurlarını atlatmak için adres değiştiren, kayıba karışan sahtekarlar gibi, Allahu Teala o sıkıntıyı iptal ediyor, bir sonrakini, daha ağır olanını size indiriyor. Ne yapmış oldunuz siz şimdi; küçücük bir borcu ödememek için daha büyük bir borcu kendinize bulaştırmış oldunuz. İşte bu düzeni, bu çarkı bilmeyenlerden de şunu şu kadar okursan şunu elde edersin tavsiyelerini almayın, çünkü ağzınızdan çıkan her kelime her cümle levh-i mahfuzda kayıda alınıyor ve karşılığında size birşey indiriliyor.
Rızkı değiştirmenin meşru yolu varmı? Var. Nasıl? Yaşantınızla ve ödediğiniz diyetlerle. Sihir ile yaşantı arasındaki farkta bu; sihir yeryüzünde rızkınızı değiştirir, yaşatınız ise levh-i mahfuzda. Levh-i mahfuz kişinin kaderini hesaplıyor ve yazıyor, kaderinizi değiştirmek istediğiniz zamanda bunu ancak levh-i mahfuz üzerinden yapabilirsiniz. Levh-i mahfuzda yazılı kaderimizi değiştirme şansımız varmı? Var. Kaderle ilgili, Rabbimiz dilediğimizi sabit bırakır dilediğimizi değiştiririz diyor. Burada bizlere rızkı değiştirebilmemiz için bir açık kapı bırakmış. O rızkıda biz nasıl değiştirebiliriz? Kıssas yolu üzerinden. Bu kıssası nasıl okumalıyız? O rızkı hangi günah size musallat ettiyse, yaşantınızla o günahı telafi ederek o rızkı elde etme hakkını tekrar kazanabilirsiniz. Allahu Teala düzeni çok basit ve anlaşılır bir düzeyde kurmuş, hangi nimeti istiyorsanız o nimetle ilgili siciliniz temiz olması gerekiyor. Değilse, o yanlışınızı telafi etmeniz gerekiyor. Bu diyeti kader size nasıl ödetiyor? O nimetten mahrum bırakarak. Yaşayarak bunu ödemek zorundamıyız? Değil, borcu kefaretlede kapatabilirsiniz.
Güzel bir nimet size inmiyorsa veya bir musibet size isabet ettiyse, bu o konuda günahlarınız olduğu için. O günahları kapatmadan da o nimeti elde etmeye çalışırsanız veya o musibetten kurtulmaya çalışırsanız, bunu levh-i mahfuz hile olarak kabul ediyor ve o doğrultuda size muamele gösteriyor. Rızkı elde etmenin veya bir sıkıntıdan kurtulmanın meşru yolları var, o meşru yollarda, yaşantınızla onu hak etmek ya da kefaretle. Kefaret olarakta Rabbimiz sadece fakirleri doyurmayı ve orucu kabul ediyor. Bunların dışına çıktığınızda da sisteme dıştan müdahale eden bir korsan (hacker), hak etmediği şeyi almaya çalışan bir hırsız durumuna düşüyorsunuz. Bu da sizleri daha büyük bir bataklığın içine sürüklüyor.
Kefaret o hacizi kaldırıyor, öylemi? Aynen. Bu süreci şu şekilde okuyabilirsiniz; haciz memurları, yani musibetler bir türlü peşinizi bırakmadığında kefaretle siz konuyu en üst mahkemeye (Allah) taşıyorsunuz. Bir tarafta alacaklılar adına hayatınızın ve bedeninizin bir çok alanına haciz koyan levh-i mahfuz (kader), diğer tarafta o hacizlerin altında ezilen siz. Kefaretlede siz konuyu en üst mahkemeye, yargıca (Allah) taşıyor ve Allaha; Rabbim yaşadığım sıkıntıların borçlarımdan kaynaklandığını yeni öğrendim, ben bu borçlarımı gönüllü olarak ödemeye hazır ve razıyım, seninle bir geri ödeme planı yapmak istiyorum, üzerimdeki bu hacizi kaldır, levh-i mahfuzun elinden beni kurtar demiş oluyorsunuz. O yüzden kefarete yönlendirdiğimiz insanlara, sizi Allahla baş başa bırakıyoruz diyoruz. Allahu Teala sizin bu dilekçenizi, talebinizi kabul edermi? Bu arınmadaki samimiyetinize, daha önce söz verip tutup tumadığınıza, günahkar bir yaşantı içinde olup olmamanıza bağlı. Bu dünyada da bu böyle değilmi; örneğin bir kredi çekmek istediğinizde dilekçenizin kabul edilip edilmemesi o konudaki sicilinize, güvenirliğinize bağlı değilmi. "Şüphesiz Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkar edenlerdir. Artık onlar iman etmezler." "Sen kendileriyle anlaşma yaptığın halde onlar, hiç çekinmeden her defasında anlaşmalarını bozarlar" (Enfal Süresi; 55-56).
Allahu Teala kötü birisini tanımlarken, yapılan antlaşmaları bozanlarıda bu tanımın içine sokuyor. Eğer Allah nezdinde kötü bir insan muamelesine maruz kalmak istemiyorsanız, Allahla yaptığınız antlaşmaya sadık kalın. Sakın niyet edip orucunuzu veya kefaretinizi yarıda kesmeye çalışmayın. Burada Allahla bir antlaşma yapıyorsunuz, Allaha verilen sözde ağır bir vebal içerir. "Halbuki bundan önce Allah'a ahid vermişlerdi. Arkalarını dönmeyeceklerdi. Allah'a verilen ahid ise mesuliyetlidir, mutlaka sorulur" (Ahzab Süresi; 15).
Şeytanların burada konumu ne? Şeytanlar günahlarımız üzerinden bedenlerimize giriyor, dolayısıyla onların üzerimizdeki hakkı işlediğimiz günahlar kadar. Örneğin; hangi organ veya uzuvla birisine zarar verdiyseniz, o şeytanlar sadece o uzuv veya organlarınız üzerinde hak sahibi olabiliyor. Sizin bilmeniz gereken, şeytanlar size bulaşıyorsa, birilerin sizlere inandırtmak istediği gibi düşük enerjiye sahip olduğunuzdan değil, günah işlediğinizden ötürü bulaşıyor. Suçu enerjide bulup insanları günahları ile yüzleşmekten alıkoyan, insanları o kötü ve yanlış yaşantı içinde tutan uzmanlardan uzak durun. Hayatınızda işler rast gitmiyor, sürekli sorunlarla boğuşuyorsanız bilinki bunun müsebbibi günahlar. Şeytanların size bulaşmasıda o günahlar üzerinden gerçekleşiyor. O günahlar bedeninizde kapılar açıyor, bedeninizde şeytanlar için yaşam alanları oluşturuyor. Bunu nereden biliyoruz; Ayetlerden biliyoruz. "Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vâdetmez" (İsra Süresi; 64). Bu Ayette birşey dikkatinizi çektimi; Rabbimiz ilk önce davetinle şaşırt, sonrası ortak ol diyor, yani bizleri şaşırtmadan, bir günaha sürüklemeden şeytanlar bizlere bulaşamıyor, hayatlarımıza ortak olamıyor.
Şeytan nasıl ortak oluyor? Canlı bir eşyayla bir günah işlediğinizde, örneğin bir organ veya uzuvla, o zaman ilk önce o günah mahali o uzuva veya organa nakşediliyor, o günahtan ötürü gelen şeytanlarda o suç mahaline yerleşip o beden parçacığımıza ortak oluyor. Eğer cansız bir eşya ile günah işliyorsak, örneğin sattığımız ürünler defoluysa, o zaman şeytanlar o ürünlerimize, o üründen kaynaklı gelirlerimize, o gelirle beslediğimiz çocuklarımıza ortak oluyor. Nasıl ortak oluyor? En basiti çocuklarımızın fıtratını kendi fıtratlarına dönüştürüyorlar. Yaramaz, kötü ruhlu bir çocuk ortaya çıkıyor. Konuştuğu zamanda konuşan çocuk değil, bedenine yerleşen şeytan oluyor.
Günahlarımızı bedenlerimizde taşıyoruz, o zaman? Aynen. Bizim bedenimizin madde ötesinde bir enerji boyutu var, buna bedenimizin quantum boyutuda diyebilirsiniz, bir beden parçasını bir günaha alet ettiğiniz zamanda bir kaç şey yaşanıyor; ilk önce o suçun işlendiği mahal o beden parçacığın içine ışınlanıyor, o suç mahali bedenimizin içinde yeniden var ediliyor, sonrası o günahın gayp aleminde ceza olarak karşılığı neyse o ceza o suç mahalinde hayat buluyor, o günahtan ötürü davet edilen şeytanlarda o mekana yerleştiriliyor. Örneğin; zulüm etmenin gayptaki ceza karşılığı yılanlar, bundan sorumlu beden bölgeleride bel ve omurga bölgesi, dolayısıyla birisine zulüm ettiğinizde bilinki büyük bir yılanı belinizden omurganıza sokuyorsunuz. Siz zulüme devam ettikçede o yılan bundan besleniyor ve bedeninizde büyüyor.
Büyüdükçe ne oluyor? Enerji boyutunda sürekli büyüyen birşey bir müddet sonra madde boyutunda da varlığını hissettirmeye başlar ve hastalıklara sebep olur. Örneğin bu durumda skolyoz. Omurganız bir yılan gibi kıvrılmaya başlar, siz o skolyoza baktıkçada aslında oraya yerleşmiş yılana bakmış olursunuz.
Biz kefaretle o zaman uzuvlarımızı ve organlarımızı bedenimize sinmiş bu suç mahallerinden, içindeki şeytan ve canlılardan arındırmış oluyoruz? Aynen. Omuzlarınızda bir borç var ve bu borç bir yük eşliğinde size biniyor. Bu borçtan kurtulduğunuz zamanda tüm bu yükten kurtulmuş oluyorsunuz. Bizler bu dünya'ya bir yükle geliyoruz ve bu yükler yaşayacağımız kaza ve musibetleri belirliyor. Yük kavramı negatif bir kavram dolayısıyla yükten bahsedildiğinde negatif bir süreçten bahsedilir. Bu yüklerin varlığı Ayetlerle sabit. Örneğin; peygamberimiz sav'ın üzerindeki yük. Bu yüklere karşı birşey yapıp yapmayacağınızda size kalmış. Biz birşey yapın diyor ve kefareti size öneriyoruz, borçlarınız öyle veya böyle sizden tahsil edilecek, kaderin haciz memurları kötü bir insan kılıfında, bir kaza kılıfında kapınıza dayanıp o borcu zorla sizden tahsil edecek, hemde canınızı yaka yaka, bizde kendinizi veya çocuklarınızı, torunlarınızı bu duruma düşürmeden gönüllü olarak borcunuzu ödeyin, o borcu çocuklarınıza ve sizden sonraki nesilleri bırakmayın, onlar sizin kadar bile o yüke sabredemez, o yükün altında çöker, kendinizi düşünmüyorsanız çocuklarınızı ve torunlarınızı düşünün diyoruz.
Kefaret sürecine girdik diyelim, o günahın ortaya çıkardığı yaşam alanını dokularımızdan söküp atmak bedenimizde sıkıntılara sebep olurmu? Az veya çok elbette olur. Az veya çok olmasını ne belirliyor? O yaşam alanını ortaya çıkaran günah belirliyor. Mağdur ettiğiniz kişi o an ne kadar büyük bir şok ve sarsıntı yaşadıysa, o günah çıkarkende siz o kadar acı ve sarsıntı yaşarsınız. O günah nasıl girdiyse öyle çıkar.
Bu sıkıntılar dikkate alınması gereken şeylermi? Değil, çünkü o semtomlar tıbbi kaynaklı değil, dokuların arınmasından kaynaklı. O semtomlar metafizik boyutta gerçekleşen bir arınmanın madde boyutuna bir yansıması, ötesi birşey değil.
Yaşadığımız sıkıntının tıbbi ya da metazfizik kaynaklı olduğunu nasıl anlarız? Tıbbi semtomlar aniden ortaya çıkmaz, bir evveliyatı olur ve o semtomlar kendi başına gelmez, titreme, ateş, morluk, şişlik, simetri kaybı, ishal gibi bir dizi ona bağlı semtomlar eşliğinde gelir. Sebepsiz, bir anda şikayetiniz ortaya çıktıysa, bu şikayetinize başka şikayetler eşlik etmiyorsa ve bu şikayetiniz kefaretle ilgili bir niyeti yapar yapmaz ortaya çıktıysa, o zaman bilinki o semtom tıbbi kaynaklı değil, metafizik kaynaklı.
Metafizik kaynaklı olması kötü birşeymi? Gayp boyutunda yaşadığımız birşeyin iyi veya kötü birşey olması, o anki amelinize bağlı. Örneğin; kötü bir amel sonrası değilde, arınma gibi hayrlı bir amel sonrası o sıkıntılar ortaya çıkıyorsa, o zaman bilinki yaşadığınız semtomlar hayrlı. Kaldıki o sıkıntılar zaten beklenen birşey. Dokularınız bir detoks sürecinden geçerken belirli semtomları yaşamanız gayet normal. Dokularımızla özleşmiş o suç mahallerin dokulardan arınması kolay birşey değil, o günah mahalleri o dokulardan sökülürken o dokular dikenli bir telden sıyrılıp ayrılıyormuş gibi büyük bir stresten geçer, bunuda siz bazen ağrı bazen başka bir duygu olarak hissedebilirsiniz. Arınma sürecinde yaşayacağınız olumsuzluklar ama bu boyutta kalır, ötesine geçmez. Niyetinizi eder etmez bir yerinizde bir ağrı bir sıkıntı zuhur ederse, bilinki bu, bu sürecin doğal bir parçası ve bilinki niyetiniz kabul oldu ve arınma başladı. Bu da sizi çok mutlu etmeli, çünkü bu, kaderle yaptığınız geri ödeme planın Allah tarafından kabul edildiğine, siz o ödeme planına sadık kaldıkçada kaderin sizi rahat bırakacağına işaret ediyor.
Bedenimizde değilde bedenimizin dışında bir olay yaşarsak, aile içi kavga veya ufak bir kaza gibi, bunu nasıl yorumlamalıyız? Niyet sonrası birşey yaşıyorsanız, bedenin içi veya dışı farketmez, hikmeti mutlaka niyetinizde aramalısınız. Kefaretler sadece bizi arındırmaz, aynı zamanda farkında olmadığımız yanlış ve kusurlarımızı bize gösterir. Örneğin; rızıkla ilgili kefaret yapıyor, sonrası kaza yaşıyorsanız, demek malda, vasıtanızda, canda, paranızda bir sıkıntı var. Kefaretinizde bunlar açığa çıkarmış oluyor. Bu durumda o kazayı nasıl yorumlamalısınız? O vasıtayı nasıl aldık, malımızı nasıl elde ettik, rızkımızı nasıl temin ediyoruz, adak borcumuz varmı, tüm bunları gözden geçirmemiz gerekiyor. Bir kefaret ile bir sıkıntınızdan kurtulmazsınız, ama o bir kefaretiniz sıkıntının kaynağını size göstermek için yeterli olur. O yüzden kefaret sürecini çok iyi takip etmeli çok iyi okumalısınız. Kefaretler sorunları açığa çıkarır, hangi şeylerin rızkımızı engellediğini bize gösterir, sorunlarımıza ışık tutar. Bunu gösterdikten sonrasıda kefaretlere devam edip etmemek size kalmış birşey.
Bu süreçte biz ne yapmalıyız? Kefaretler hangi konuları açığa çıkarıyorsa, o konuların üzerine gitmeli onlar içinde ayrı ayrı kefaret yapmalısınız. Bir rızık bize inmiyorsa, üzerinde onlarca farklı günah yükü olduğu için inmiyor, kefaretlerde o farklı günahları açığa çıkarıp varlığından bizi haberdar eder. Örneğin; niyet ettikten sonrası aile içi kavga yaşıyorsanız, demek sorun kavga ettiğiniz konu. Kefaretleriniz ama sadece sıkıntının kaynağını açığa çıkarmaz, aynı zamanda kefaretinizin büyüklüğü oranında sıkıntıyada el atıp çözmeye çalışır. Sıkıntılar kaderinizdeki düğümlerden kaynaklanır, kefaretinizde o düğümleri çözebilmek için, o düğümleri yani kaosu açığa çıkarır. Birşeyler açığa çıkması gerekki birşeyler çözülsün. Bazılarında da sessiz sadasız bu süreç yürür, çünkü o günahlar sessiz sedasız yapılmıştır. Gördüğünüz gibi, kefaret deyip geçmemek gerekiyor, tüm bu sürecin arkasında kocaman bir ilim bir hikmet yatıyor. O zaman biz burada ne yapmalıyız; olayların perde arkasını göremediğimiz için Allaha teslimiyat göstermeliyiz. Kefaret bir geri ödeme antlaşması ve bu antlaşmayı siz Allahla yapıyorsunuz. Siz antlaşmaya sadık kalın, asla kefaretinizi yarıda kesmeyin, siz sorumluluğunuzu yerine getirdiğiniz sürede hiç merak etmeyin, Rabbimiz kendi üzerine düşeni ziyadesiyle yerine getirir.
Yeryüzünde yaşanılan herşey, aldığınız oksijen molekülleri dahil, levh-i mahfuzda hesaplanıp kağıda alınıyor, sonrası size iniyor. "Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (lev-i mahfuz) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır" (Hadid Süresi; 22). Sizin Allahla yaptığınız geri ödeme antlaşmasıda levh-i mahfuzda kayıt altına alınıyor. Siz bu antlaşmanın kendi tarafınızla ilgili sorumluluğunu yerine getirdiğiniz müddette, hiç merak etmeyin Allahta ziyadesiyle sözünü tutar. Sözünüzde durmaz ve bozarsanız ne olur, örneğin oruca niyetlenip bozmak? 60 gün ile cezalandırılırsınız. Neden? O antlaşma kağıda döküldüğü ve o antlaşmaya karşılık Allah bir musibeti üzerinizden kaldırdığı için, kaldırılan musibetin telafisini Allah o kişiden istiyor. Neden 60 gün? Antlaşmadan ötürü kader üzerimizden bir musibeti kaldırıyor, neyi kaldırdığını biz ama bilmiyoruz, bilmediğimiz içinde, üzerimizdeki en ağır borcu kaldırdığını varsayıyor, o da can borcu, can borcun diyetide 60 gün oruç. Kadere borçta kalmayalım diye, en üstten kendimize ceza kesiyoruz. 60 gün ceza oruçların altındaki hikmette bu.
Arınma sürecinde yaşadığımız sıkıntıların kötüye gitme şansı yokmu? Arınma niyetine yola çıktıysanız, günlük hayatınızda da aktif bir günah işlemiyorsanız, o zaman endişe etmeyin, kefaret süreci içinde hayatınız kötüye gitmez. Kötülük aktif kötülük varsa size isabet eder, yoksa değil. Örneğin; hem kefaret yapıyor hemde aktif günah işliyorsanız, o zaman o kefaretiniz sizde şerlere sebep olabilir, aksi takdirde ama değil. Başınıza gelen sıkıntılar üzerinizdeki borçlardan ötürü geliyor, bu borçları siz ödediğiniz müddette emin olunki başınıza kötü birşey gelmez. İnsan eliyle kurulan mahkemeler bile borçlu olanlara borçlarını ödemeleri için fırsat tanıyor, hemen haciz veya ceza kesmiyor. İnsan insana bu yumuşaklığı gösterirken Allah bunun gerisinde kalırmı? İnsanın merhameti, benim merhametimin yanında deryada bir damla, yeryüzündeki kumların yanında bir kum tanesi kalır diyen Allah hiç geri kalırmı; elbette kalmaz. Siz iyi kaldığınız müddet, emin olunki Allahta size karşı ziyadesiyle iyi ve lütufkar kalır. "Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır" (Rad Süresi; 20). "Onlar Adn cennetlerine girerler. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler" (Rad Süresi; 23). Rabbimiz Adn cennetlerine girenleri tanımlarken, sözünü tutanlarıda bu tanıma dahil ediyor. Siz Allaha karşı verdiğiniz sözü tutarsanız, bilinki bu karşılıksız kalmıyor.
Arınma ve kötülük aynı anda olmuyor, o zaman? Aynen. İyilik ve kötülük bir arada olmaz, o yüzden cennetlikler ve cehennemlikler olabildikleri kadar birbirinden uzak ve ayrı kılınmış. Örneğin; araftakiler, bunlar ahiret hayatında cennet ve cehennemlikerin ortasında yer alacak, bunun sebebide bu hayattada ortada kalmaları. Bu insanların hayatına baktığınızda ne bu hayattan ne de ahiret hayatından vazgeçebildiklerini görüyorsunuz. Bunlar ne iyilikten vazgeçebiliyor, ne de kötülükten. Bir yandan namaz kılıyor, oruç tutuyorlar, diğer taraftan olabildiği kadar dünya nimetlerini hırs yapıyor ve mal biriktiriyorlar. Bu hayatı hırs yaptıkları içinde ahiret hayatını kaybediyorlar. İslam dini basit bir din ve kuralları apaçık; kim bu dünyadan isterse ona bu dünyada veriliyor, kim ahiret yurdundan isterse, ona oradan veriliyor, ikisi bir arada ama olmuyor. "Kim âhiret kazancını isterse onun bu kazancını arttırırız; kim dünya kazancını tercih ederse ona da bundan veririz; ama onun âhirette hiçbir nasibi olmaz" (Şura Süresi; 20). Siz eğer bunların durumuna düşmek istemiyorsanız, arınmaya çalışırken kötü yaşantınızda israr etmeyin.
O zaman kefaretlere girmeden yaşantımızı, inancımızı çekuptan geçirmeliyiz? Aynen. Bazı cahiller kefareti bir dilek tahtası gibi görüyor, dilekleri yerine getiren bir ibadet olarak görüyor, siz lütfen bu gaflete düşmeyin; kefaret, arınma niyetini, üzerimizdeki borçların (kul hakları) idrakını, bu borçların hayatımızı mahvettiği bilincini, bundan sonrası borçlanmayacağız aksi takdirde kader yine haciz memurlarını bize musallat eder dersini, içerir. Kefarete yönelirken bu bilinç seviyesi sizde yoksa, bu işlere girişmeyin. Örneğin; bir taraftan borcumu ödeyeceğim Rabbim, şu hacizleri üzerimden kaldır diyor, diğer taraftan da borçlanmaya (kul hakkı yemeye) devam ediyorsanız, yaşantınızı İslama uygun bir yaşantıya dönüştürmüyorsanız, bilinki kefaret süreci lehinize sonuçlanmayacak.
Özet: umarız kefaretle ilgili bu soru-cevap bölümü aklınızda kalan bazı sorulara cevap sunmuştur. Hepimizin üzerinde belirli yükler var, o yüklerin kaynağıda biz kendimiziz, ya bir önceki hayatta ya da bu hayatta işlediğimiz amellerle. Bu yük ne yapıyor; hayatımızda musibetlere sebep oluyor. Neden; kimin hakkını yiyorsanız, o hak, hak sahibine iade edilmesi gerek. Bu ilahi bir kural ve bunun nerede gerçekleştiğide önemli değil. Bu hayat veya bir önceki hayat farketmez, nerede birisine zarar veriyorsanız, o zarar mutlaka telafi edilmesi gerekiyor. Allahu Teala kullarını yarattığında, o yaratılışla birlikte bir sorumluluğu üstleniyor, bu sorumluluktan biriside can ve mal güvencesi. Örneğin bu Ayet bizlere hem başımıza gelen sıkıntıların kendi elimizle yaptığımız yanlışlardan ötürü geldiğini anlatıyor, hem bize garanti veriyor, kötülükten uzak durursanız, kötülük size erişemez, ben sizi korurum garantisi. "Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir" (Maide Süresi; 105). Kötülüğün karşılığı denginde bir kötülük Ayetleri ilede Rabbimiz bizlere, birisi hakkınızı yerse, o hakkı size iade ederim garantisini veriyor. Birisi size zarar verirse, merak etmeyin ben o zararı o kişiden çıkarır ve size iade ederim garantisini veriyor. Biz kullarda bu garantiler üzerine imtihan edilmeyi kabul ediyor ve yeryüzüne inmeye razı oluyoruz.
Bu haklar nerede bize iade ediliyor? Bir önceki hayatta yenilen haklar bu hayatta, bu hayatta yenilenlerde ahiret hayatında iade ediliyor. Nasıl; size acılar ve sıkıntılar yaşatarak ve nimetler elinizden alınarak. Bu acı ve sıkıntıları yaşamak zorundamıyız; ahiret hayatında yaşamak zorundayız, ama bu hayatta değiliz. Bir önceki hayattan getirdiğimiz yüklerin güzel tarafı bu, o yüklerin diyetini ödeyerek o yüklerden bu hayatta kurtulabilir ve bu hayatta çok mutlu ve huzurlu bir hayat sürdürebiliriz. Örneğin; ahiret hayatına taşıdığınız yüklerden bir diyetle kurtulma şansınız yok. "Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur" (Al-i İmran Süresi; 91). Ahiret hayatına taşıdığımız yükleri bir diyetle kapatamıyoruz, bir önceki hayattan bu dünyaya getirdiğimiz yükleri ama kapatabiliriz.
Soru şu; siz hangi yolu tercih edeceksiniz? Ahiret hayatında olduğu gibi bu dünyada da acı çeke çeke günahlardan arınmayımı tercih edeceksiniz, yoksa Allahın sunduğu çıkış yolunu (kefaret) kullanmayı tercih edenlerdenmi olacaksınız. Biz gönüllü olarak borcunuzu kapatanlardan olmanızı dileriz. Ahiret hayatına taşıdığımız yükler nasıl canımızı yaka yaka üzerimizden kalkacaksa, bu dünyaya getirdiğimiz yüklerde canımızı yaka yaka üzerimizden kalkacak. Bizim size tavsiyemiz, bu acıları bu hayatta çekmek zorunda değilsiniz, para ödeyerek, oruç tutarakta bu borçlardan kurtulabilirsiniz. Bu hayatınız size zindan olmak zorunda değil, bu hayatta çözümler bize sunulmuş. Bilhassa bu çözüm yollarını biliyor, örneğin kefaret, yinede yapmıyorsanız, o dokularınızın veya çocuklarınızın acı çekmesine müsaade ediyorsanız, o zaman bir yandan günah yakarken diğer taraftanda vebal altına girdiğinizi biliniz. O dokular ve çocuklarınız bunun hesabını sizden soracak, çözümü vardı, niye çözüme yöneldin, neden o acıları çekmemize müsaade ettin deyip sizden şikayetçi olacaklar. O yüzden bilgi demek, vebal demektir diyoruz. Yapmanız gerekeni yapmadığınız zaman, o süre içinde yaşanılan olumsuzlukların hesabı size yükleniyor. Musibet başa çattığı zaman borcu ve Allahı hatırlayanlardan da olmayın. Musibet başa gelmeden önleminizi lütfen alın.
Düne kadar müslümanlar bu dua ile üzerlerindeki yüklerden korunmaya çalışıyordu; "Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır. Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!" (Bakara Süresi; 286). Düne kadarda müslümanların bu dua ile yetinmesi doğaldı, çünkü ortalıkta kefaret ilmi yoktu. Kefaret ilmin açığa çıkışıyla birlikte ama, müslümanların üzerine bir vebal indi, dualarınızı eyleme geçirme vebali. Bu saatten sonra dualarla yetinmenizi Allah kabul etmez, sahada fiili eylem bekler. Bu Ayet bizlere hem leh veya aleyhte yaşadıklarımızın kendi kazancımızın ürünü olduğu, kendi elimizle işlediğimiz amellerin sonucu ortaya çıktığını bize hatırlatıyor, hem üzerimizdeki o yüklerden bizi haberdar ediyor, hem o yüklerin bir borç olduğunu bize anlatıyor, hemde bir dua içeriyor, o yüklere karşı bizi koru Rabbim duasını. Bu dua ile de yazımızı sonlandıralım inşallah; "Rabbimiz! Unutur veya yanılırsak bizi cezalandırma! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! Üstesinden gelemeyeceğimiz şeyleri boynumuza borç kılma! Bizi bağışla, ayıplarımızı ört ve bize rahmetinle muamele buyur! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın; artık inkârcı topluluğa karşı bize yardım et!". Kendinize, ailenize, sevdiklerinize, size sevenlere, milletimize, devletimize, müslüman kardeşlerimize ve dinimize çok iyi bakınız. Allaha emanetsiniz. -12.11.2025.